21 Ağustos 2012 Salı

SUÇUN MANTIĞI MI DEĞİŞTİ ?

“Zorbalık sonuç verir, kanun dışı kaba kuvvet, bu yola     başvuranlara fayda sağlarsa, artık kanun içi çalışma usullerini itibarlı kılmak imkânı kalmaz.”(1970)Turhan Fevzioğlu

Bugün aksini iddia etsek de, gözlerimizi kapatıp görmesek de, kulaklarımızı tıkayıp duymasak da, dimağımızı susturup düşünmesek de, ülkede büyük bir kargaşanın hüküm sürmekte olduğu bir gerçektir. Bu inkâr edilemez. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığına, ulusal birliğimize, vatanın bölünmez bütünlüğüne, vatandaşın can ve mal güvenliğine yönelik saldırıların bir türlü ardı arkası kesilmiyor. Ülkenin her tarafında terör ve şiddet, kol geziyor, kan döküyor, can alıyor. Her Allah’ın günü devletin askeri polisi şehit oluyor. Güpegündüz yollar kesiliyor, araç kontrolleri yapılıyor, insanlar dağa kaçırılıyor. Bölücü güçler, Türkiye’yi iç savaşa sürüklemek için her türlü tahriki yapıyorlar. Halkı sokaklara döküyorlar. Devletin egemenlik haklarını gasp etmeye çalışıyorlar.
PKK, Terör ve şiddeti kullanarak sürekli hedef yükseltiyor. PKK'nın siyasi uzantıları, kuruluşundan 90 yıl sonra ‘Ulus devlet’ yapısını tanımadıklarını söylüyorlar, ‘üniter devlet’ dokusuna karşı çıkıyorlar. Parlamento çatısı altında ‘Yerel özerklik, ayrı parlamento, ayrı dil, ayrı devlet, ayrı bayrak’ talepleri yükseliyor. Kanun, nizam, Anayasa çiğneniyor. Legal bir siyasi parti lideri:“…Bu ülke ikiye bölünmüştür.” “…Türkiye’de iç savaş çıkacak ve ordu ikiye bölünecek” “… Şemdinli –Çukurca arasındaki 400 km2’lik alan PKK denetiminde” diye beyanat verebiliyor. Yine aynı partiden bir milletvekili ülkenin yöneticilerine:  “28 yıldır süren savaş, eğer aklını başına almazsan Kürdistan sokaklarına, Türkiye’nin metropollerine taşınmak üzeredir” diye meydan okuyabiliyor. Bu söylemler, kamuoyunun vicdanında şok etkisi yaratmaktadır. Bütün bunlar, ihanet değilse, ihanet başka nedir?
Öte yandan, medyada, televizyon kanallarında bir grup sözde aydın, ısrarla bölücü güçlerin fahri sözcülüğünü yapmaya devam ediyor. Bir yazar, gazetedeki köşesinde: “Kürtler anadilde eğitim yapacak, ordu kışlasına dönecek, Türkiye, 1923’den 2010’a gelecek. Bunların gerçekleşmesini kimse önleyemeyecek ve önlemeye çalışan milliyetçiler, Kemalistler, cümle vatanseverler tasfiye edilecek” diyebiliyor. Devlet nizamına karşı çıkanlara karşı sesini çıkarmıyor; ama devletten, yasalardan yana tavır alanları, 'milliyetçi, Atatürkçü ve vatansever diye karşısına alarak suçluyor. Aynı zihniyete mensup bir başka yazar ise: “Bu değişim sürecinden tüm kurumların nasibini alacağını, emniyetin de alacağını, ‘Değişim’i istemeyenlerin Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte şöyle veya böyle tasfiye edileceğini” söyleyerek fitne üretiyor. Bu sözde aydınlar, milli birliğimizi bozmak için adeta  yangına benzin dökmeye çalışıyorlar.  
Açıkçası bu ülkede adı konmamış bir savaş yaşanıyor. Bölücü hareket, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin geleceğini karartmaya devam ediyor. Bölünmeler ve kutuplaşmalar giderek derinleşiyor. Devlet, her gün ağır ve onulmaz yaralar alıyor.
Ülke nereden nereye geldi? Daha düne kadar, ‘Bu da olur mu, bu da söylenir mi?’ diye şaşkınlıkla karşılayacağımız her şey, bugün olağan hale gelmiştir. Ülkenin birliğini ve bütünlüğünü bozan bölücü ve yıkıcı faaliyetlere,  normal gözle bakılıyor. Bölücü düşünceyi teşvik etmek, terör propagandasını serbest bırakmak, etnik temelde kimlik siyaseti yapmak, kamuoyuna demokratik faaliyetler olarak takdim ediliyor.
Ama bu arada biri çıkıp da has-bel kader ülkenin içine düştüğü ahvali bir nebze dile getirecek olsa derhal:’ ‘ırkçı’ ‘faşist’ ‘Kemalist’  diye suçlanıyor ve hatta ‘darbeci’ diye hırpalanıyor.
Böyle toptan itham edici yaklaşımlar, tüm saat kulelerinin yanlışı gösterdiği bir şehirde, saatlerin doğru olmadığını söyleyenleri susturmaktan farksızdır.  Yanlışlar, gerçeklerin üzeri örtülerek değil, farkına varılıp düzeltilerek giderilir.
        Fahri  Yakar