“Zorbalık
sonuç verir, kanun dışı kaba kuvvet, bu yola başvuranlara fayda sağlarsa, artık kanun içi çalışma usullerini itibarlı kılmak imkânı kalmaz.”(1970)Turhan Fevzioğlu
Bugün aksini iddia etsek de, gözlerimizi kapatıp görmesek de, kulaklarımızı tıkayıp duymasak da, dimağımızı susturup düşünmesek de, ülkede büyük bir kargaşanın hüküm sürmekte olduğu bir gerçektir. Bu inkâr edilemez. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığına, ulusal birliğimize, vatanın bölünmez bütünlüğüne, vatandaşın can ve mal güvenliğine yönelik saldırıların bir türlü ardı arkası kesilmiyor. Ülkenin her tarafında terör ve şiddet, kol geziyor, kan döküyor, can alıyor. Her Allah’ın günü devletin askeri polisi şehit oluyor. Güpegündüz yollar kesiliyor, araç kontrolleri yapılıyor, insanlar dağa kaçırılıyor. Bölücü güçler, Türkiye’yi iç savaşa sürüklemek için her türlü tahriki yapıyorlar. Halkı sokaklara döküyorlar. Devletin egemenlik haklarını gasp etmeye çalışıyorlar.
PKK, Terör ve şiddeti kullanarak sürekli hedef
yükseltiyor. PKK'nın siyasi uzantıları, kuruluşundan 90 yıl sonra ‘Ulus devlet’ yapısını tanımadıklarını
söylüyorlar, ‘üniter devlet’ dokusuna karşı çıkıyorlar. Parlamento çatısı altında
‘Yerel özerklik, ayrı parlamento, ayrı dil, ayrı devlet, ayrı bayrak’ talepleri
yükseliyor. Kanun, nizam, Anayasa çiğneniyor. Legal bir siyasi parti lideri:“…Bu ülke ikiye bölünmüştür.” “…Türkiye’de
iç savaş çıkacak ve ordu ikiye bölünecek” “… Şemdinli –Çukurca arasındaki 400
km2’lik alan PKK denetiminde” diye beyanat verebiliyor. Yine aynı partiden bir
milletvekili ülkenin yöneticilerine: “28 yıldır süren savaş, eğer aklını başına
almazsan Kürdistan sokaklarına, Türkiye’nin metropollerine taşınmak üzeredir” diye
meydan okuyabiliyor. Bu söylemler, kamuoyunun vicdanında şok etkisi yaratmaktadır. Bütün bunlar,
ihanet değilse, ihanet başka nedir?
Öte yandan, medyada, televizyon kanallarında bir grup
sözde aydın, ısrarla bölücü güçlerin fahri sözcülüğünü yapmaya devam ediyor. Bir
yazar, gazetedeki köşesinde: “Kürtler
anadilde eğitim yapacak, ordu kışlasına dönecek, Türkiye, 1923’den 2010’a
gelecek. Bunların gerçekleşmesini kimse önleyemeyecek ve önlemeye çalışan
milliyetçiler, Kemalistler, cümle vatanseverler tasfiye edilecek” diyebiliyor. Devlet nizamına karşı çıkanlara karşı sesini çıkarmıyor; ama devletten, yasalardan yana tavır alanları, 'milliyetçi, Atatürkçü ve vatansever diye karşısına alarak suçluyor. Aynı zihniyete mensup bir başka yazar ise: “Bu değişim sürecinden tüm kurumların nasibini alacağını, emniyetin de
alacağını, ‘Değişim’i istemeyenlerin Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte şöyle
veya böyle tasfiye edileceğini” söyleyerek fitne üretiyor. Bu sözde aydınlar, milli birliğimizi bozmak için adeta yangına benzin dökmeye çalışıyorlar.
Açıkçası bu ülkede adı konmamış bir savaş yaşanıyor. Bölücü
hareket, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin geleceğini karartmaya devam ediyor.
Bölünmeler ve kutuplaşmalar giderek derinleşiyor. Devlet, her gün ağır ve
onulmaz yaralar alıyor.
Ülke nereden nereye geldi? Daha düne kadar, ‘Bu da
olur mu, bu da söylenir mi?’ diye şaşkınlıkla karşılayacağımız her şey,
bugün olağan hale gelmiştir. Ülkenin birliğini ve bütünlüğünü bozan bölücü ve
yıkıcı faaliyetlere, normal gözle
bakılıyor. Bölücü düşünceyi teşvik etmek, terör propagandasını serbest bırakmak, etnik
temelde kimlik siyaseti yapmak, kamuoyuna demokratik faaliyetler olarak takdim ediliyor.
Ama bu arada biri çıkıp da has-bel kader ülkenin içine düştüğü ahvali
bir nebze dile getirecek olsa derhal:’ ‘ırkçı’ ‘faşist’ ‘Kemalist’ diye suçlanıyor ve hatta ‘darbeci’ diye
hırpalanıyor.
Böyle toptan itham edici yaklaşımlar, tüm saat kulelerinin yanlışı
gösterdiği bir şehirde, saatlerin doğru olmadığını söyleyenleri susturmaktan
farksızdır. Yanlışlar, gerçeklerin üzeri örtülerek
değil, farkına varılıp düzeltilerek giderilir.
Fahri
Yakar