Devlete karşı bayrak açan yasa dışı bir örgüt ve onun uzantıları,
her fırsatta yasaları çiğnedikleri, suç niteliğinde demeçler verdikleri ve bölge
halkını devlete karşı kışkırttıkları halde devlet, bunların hakkından gelemezse
vatandaş, ister istemez: “ Acaba devlet, yasa dışı bir örgütten daha mı güçsüz?”
diye düşünmeye başlamaz mı?
Bir devlet, kendi varlığına birliğine yapılan her
türlü saldırıyı ve tecavüzü önlemek için gerekli yasal tedbiri almak zorundadır.
Aksi halde suçluların cezalandırılmadığı yerde, sosyal fenalıklar yaygınlaşır,
suçlar olağan hale gelir ve meşrulaşır. Bu durum da yeni eylemlere davetiye
çıkartır. Eylemler giderek olağan hale gelir ve eylemlere hak verenler,
destekleyenler, hatta arka çıkanlar olur. Her kafadan bir ses yükselir. Hatta medyada
gazete köşelerinde: “Ne istiyorlarsa verin kurtulun!” diye tavsiyede bulunan işbirlikçi
yazar-çizer takımı türer. Kimi nalına kimi mıhına vurur. Basiret ortadan
kaybolur. Böyle bulanık bir atmosferde, devlet, terör ve şiddet karşısında
giderek etkisizleşir. Terör ve şiddet
ülkeyi teslim alır. Tarih göstermiştir ki, hukukun üstünlüğüne dayanmayan her demokrasi, kargaşa ve şiddetin baş kaynağı olmuştur.
Fransa’da General De Gaulle döneminde, Sorbon Üniversitesi’nde, öğrenci ayaklanmaları olur. Öğrenciler grup, grup sokaklara dökülüp eylem yaparlar, sokakları savaş alanına döndürürler. İş yerlerine ve dükkanlara saldırıp kırıp dökerler, etrafa zarar verirler. Bu olaylar karşısında Hükümet, sessiz kalmaz, derhal polis marifeti ile duruma el koyar ve eylemleri bastırır. Başbakanın emriyle, Üniversiteye giren polis, ele başlarını da tutuklayıp göz altına alır ve suçluları cezalandırır. Bu şekilde tekrar duruma hakim olur.
Lakin muhalefet durmaz, bu olayları Meclis’e taşır. Polisin üniversiteye girmesine şiddetle karşı çıkar. Muhalefete mensup milletvekillerinden biri kürsüye çıkar ve ‘polisin orantısız güç kullandığını’ ileri sürerek hükümet sıralarına seslenir:
-“Sayın Başbakan, üniversiteler özerktir, güvenlik güçleri buraya giremez. Bin yıllık üniversiteye, polis sokmak suretiyle üniversitenin özerkliği ihlâl edilmiştir. Buna Başbakan dahil kimsenin hakkı yoktur ” diye yaylım ateşine başlayınca, bu densiz ve yersiz hücumlara daha fazla dayanamayan Başbakan Pompidou, söz alarak kürsüye çıkar ve şöyle der:
-“Mini etekli kız çocukları, ihtiyar hocalarının ak saçlarından tutarak, ‘yaşasın Mao’ diye bağırıyorlardı. Gerekirse, polisi de kullanırım, jandarmayı da... Ne yani bu duruma göz mü yumsaydım?”
Başbakan Pompidou’nun bu tavizsiz tutumu sayesinde, Fransa’da terör ve şiddet, bıçak gibi kesilmiştir.
Gerek Avrupa ve gerekse Amerika, teröre karşı son derece sert önlemler almış ve terörü tırmandırmadan sonlandırmışlardır.
Türkiye’de devlet terör ve şiddeti kaç yıldan beri bastıramıyor. Terör, kan dökmeye ve can almaya, yakıp yıkmaya devam ediyor.
Eskiler derlerdi ki: “Mani zail olunca, memnu avdet eder.” Bu sözün günümüzdeki karşılığı şudur: Yasal engeller ortadan kalkarsa, yasaklar, topluma geri döner. Başka bir deyişle, "Suçların müeyyidesi kaldırılırsa, ya da uygulanmazsa suç, suç olmaktan çıkar, olağan hale gelir" demektir. Herhalde eskilerin bir bildiği vardı ki bu sözü, Mecelle’ye kanun hükmü olarak koymuşlar.
Ülkede istikrarın sağlanmasında verilecek bir taviz, devletin elini güçlendirmez, bilakis karşıtarafı cesaretlendirerek daha da mütecaviz ve cüretkâr hale getirir.
Terörün amacı bellidir. Devleti zaafa uğratarak etkisizleştirmek ve amaçlarını gerçekleştirmektir. Ülkede istikrarın sağlanması için verilecek bir taviz, devletin elini güçlendirmez, bilakis karşıtarafı cesaretlendirerek daha da mütecaviz ve cüretkâr hale getirir.
Bölücü odakların, devlete meydan okumaya varan, devletin ulusal birliğini ve bölünmez bütünlüğünü tehdit edici bir mahiyet alan söylem ve eylemleri, kamu vicdanını derinden yaralamaktadır.
Şimdi aşağıdaki demece bir göz atalım:
"Başbakan sadece Türkler ’in değil, Türkiye’nin Başbakanı olmalı ve İmralı ile masaya oturup görüşmeye başlarsa, Oslo protokolündeki talepleri kabul ederse, sadece Türkler ’in değil Türkiye’nin Başbakanı olacaktır.”
Bu tip bölücü söylemler, her geçen gün dozunu artırarak devam ediyor.
Bu söylemlere kim derse ki harika, işte o zaman tıkanıp kalır natıka.
Biz ne söylesek boş!
Eski bir şairimizin dediği gibi:
"Dert çok, derman yok, düşman kavi, talih zebun!"