9 Şubat 2014 Pazar

REKLAM REALİTEYİ ÖRTEMEZ


Bu ülkede çok değil, daha 3-4 yıl önce sabahın erken saatlerinde, evlere ani baskınlar yapılır, her yer didik didik aranır, bilgisayar harddikslerine varana kadar el konulurdu. İnsanların yaşına başına, rütbesine ve sosyal statüsüne bakılmaksızın, profesörler, rektörler, yüksek rütbeli subaylar ve iş adamları yataklarından apar topar kaldırılır gözaltına alınır, örgüt kurmak suçundan tutuklanıp içeri atılırdı.
O günlerde devletin üst kademelerinde bulunan yetkililer: “Çetelere, mafyaya, yasa dışı örgütlere asla müsamaha etmeyiz” diyorlardı.
Ülkenin Genelkurmay Başkanı bile, emrinde 700 bin kişilik bir orduya rağmen, ayrı bir örgüt kurmak ve yönetmekten dolayı tutuklanıp yargılandı.
Bu süreç devam ederken yetkililer, “Ülke bağırsaklarını temizliyor, yargıya müdahale etmeyin, bırakalım hukuk işlesin, yargı gerçeği ortaya çıkarsın! Savcılar ve hâkimler rahat bir şekilde görevlerini yapsınlar!” şeklinde telkin ve tavsiyelerde bulunuyorlardı.
Ama dün böyle diyenler, yargı kendilerine uzanınca derhal tavır değiştirdiler.  17 Aralık’ta başlayan süreci, kamuoyuna, “yolsuzluk kılıfına sokulmuş bir darbe girişimidir” diye takdim ettiler. Bu işin, “Türkiye’yi çekemeyen iç ve dış mihrakların iktidara ve Türkiye’ye karşı kirli bir oyunu olduğunu” ileri sürdüler. Daha sonra, “Devletin içinde paralel yapı olduğunu” söylediler. “Vaiz lobisinin kirli bir  tezgahı” dediler.  Bunu yapanları “Çete, virüs, paralel yapı, haşhaşiler” diye zemmettiler. Oysa düne kadar,  “Ne getirdiniz de geri gönderdik” diyorlardı. “Vatan hasreti içinde olanları aramızda görmek istiyoruz” diye mesaj gönderiyorlardı. Bugün İnlerine girmekten söz ediyorlar.

Kamuoyunu hazırladıktan sonra, yasal olarak başlamış bir soruşturma işlemine el koydular. Adalet Bakanı, aday olduğu İl’deki seçim çalışmalarına ara verip, İstanbul’a geldi, ilgili Bakan’la görüştü. İstanbul Başsavcısı ile toplantı yaptı. Soruşturma devam ederken ‘Soruşturmada usulsüzlük olduğunu’ söyleyerek soruşturmayı yürüten savcının yanına iki savcı daha görevlendirdiler. Hemen arkasından soruşturmayla ilgili alınacak kararlarda oylamayı, çoğunluk kararına bağlayan bir genelge düzenlendi.  Mevcut Kolluk Yönetmeliği lağvedilip yerine yenisi hazırlandı.
Meşhur sözdür: “Siyaset mahkeme salonuna girerse, adalet oradan çıkar, gider” (*) derler.

Müdahaleler devam etti. Sular tersine akmaya başladı. Savcıların ve polislerin devlet içine sızmış ‘paralel yapıdan emir aldığı’ öne sürüldü. Emniyette ve yargıda operasyonlar düzenlendi. Yüzlerce savcının, hâkimin, binlerce emniyet mensubunun görev yerleri değiştirildi,  emniyet ve yargı hallaç pamuğu gibi dağıtıldı. Bu suretle yargının elini kolunu bağladılar.

İnsan, olana bitene bakınca şaşırıp kalıyor. Herkes yasalar karşısında eşit değil midir? Bu ülkede yasalar, sadece muhalifler için mi geçerlidir? ‘Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğünü sağlayacağız’ diyerek iktidara gelenler, ‘hukukun üstünlüğünü’ böyle mi sağlayacaklar? Buna benzer durumlar, hukukun üstünlüğünü savunan hiçbir demokratik ülkede söz konusu bile olamaz. Bunlar halkın adalete güvenini sarsacak girişimlerdir.
Demokrasilerde, devlet emirlerle değil, yasalarla yönetilir. Yasalara uymayan demokrasi, kargaşanın kaynağı haline gelir.
Aslında bu tür müdahaleler, toplumun kafasını daha da karıştırır, daha çok kuşku çeker. Her ne kadar doğrular, insandan insana değişirse de, ortak akıl için doğru tektir. Ayakkabı kutularında gizlenmiş milyon dolarları, yine bir başka evdeki büyük boy yedi adet çelik para kasasını ve para sayma makinasını millet, televizyon ekranlarında belgeleriyle ve kanıtlarıyla gördü. Ne söylenirse söylensin hiçbir söz, gerçeğin kendisinden daha güçlü olamaz. Reklam realiteyi örtemez. İnsan, şayet görme özürlü veya bakar kör değilse doğası gereği gördüğünü bırakıp işittiğine gitmez.

Tut ki halkın bir bölümü, bu fırtınalı ve sisli havada siyasi tercihlerine göre hareket ederek yağan karı görmezden geliyor. Peki, bu durumda yerdeki karları da mı görmeyecek?