30 Ekim 2012 Salı

MİLLİ EĞİTİM

                     MİLLİ EĞİTİM
                                                    "En mühim ve en feyizli vazifemiz maarif işleridir. Maarif işlerinde behemehâl muzaffer olmalıyız." Kemal Atatürk
Eğitim sistemlerinin birinci özelliği, milli olmasıdır. Milli eğitim olmadan milli birlik ve milli gelecek olmaz.
Ülkemiz nerdeyse 50-60 yıldır tökezleyip duruyor, bir türlü yol alamıyor. Herkes, kafasında ayrı bir ideal, ayrı bir sorun taşıyor. Aynı değerlere farklı bakanlar var. Daha önce  milletçe önem verip peşinden koştuğumuz değerler ne yazık ki artık herkes için aynı anlamı, aynı önemi taşımıyor. Oysa eğitimin öncelikli işlevi, toplumun insan gücünü, milli değerlerle donatmak suretiyle milli birliği yaşatmaktır.
Milli Eğitim, ülkenin milli ve manevi değerlerine bağlı kalınarak yapılmalıdır. Bu değerler kaybolursa, milli birlik de bozulur, insanların kimi o tarafa, kimi bu tarafa savrulmaya başlar. Milli değerler, bireyler arasında birlik kurmaya yarar. Mili eğitim, bir ülkenin çimentosudur. Çimento nasıl kumu, demiri ve tuğlaları birleştirirse, eğitim de bireyleri bu değerler etrafında birleştirip kaynaştırır. Eğer kaynaştıramıyorsa işlevini tam olarak yerine getiremiyor, yani amacını tam gerçekleştiremiyor demektir.
"İyi eğitilmemiş bir kişinin eline diploma vermek, eşkıyanın eline silah vermek gibidir." (*)
Eğitim, ülkenin genç evlatlarını, vatana, millete ve insanlığa yararlı olarak yetiştirdiği takdirde asıl amacını gerçekleştirmiş olur. Eğer okulun bir kapısından bu ülkenin evladı olarak giren bir genç, diğer kapısından devlet, millet karşıtı olarak çıkıyorsa burada bir açık var demektir. Oturup ciddi olarak önlem almak, nerde açık varsa, bu açığı kapamak gerekir.
Gençliğe, milli ve insani değerleri kavratmadan, onları manevi hasletlerle donatmadan   sadece bilgi vermek, ülkeyi yarım insanlarla doldurmaktır.
Cümle alem bilir ki, milli ve manevi değerlerini yitirmiş insanların bilgisinden ülkeye fayda değil, zarar gelir.
Eğitim, hayati derecede önemlidir; ya ülkeye can verir, ya da ülkenin canına okur.
ABD Başkanı Rouswelt'in belirttiği gibi: "İyi eğitilmemiş bir genç, yarın düşmanla bir olup ülkeye ihanet eder."
İyi insan, iyi vatandaş; ancak iyi bir eğitimle yetişir. Kişiliklerin örüldüğü, karakterlerin dokunduğu, düşüncelerin yoğrulduğu yerler okullardır.
Kendi eğitim sistemleriyle kendi sorunlarını çözmüş olan toplumlar, medeniyet yarışında önde giderken ve başarı grafiğini yükseltirken, kendi eğitim sistemiyle ülkenin sorunlarını çözemeyen toplumlar ise, çağdaş medeniyet yolunda bocalayıp dururlar.  
Eğitim yapmak, tıpkı toprağa fidan dikmek gibidir. Bir ülkenin okulları, o  ülkenin fidanlığıdır. Fidanlar büyürken, gerekli bakım ve ihtimamı göstermeyen ülkelerin ağaçları çürük, meyveleri kurtlu olur.
Bir yerde ağaçlar çürükse, meyveler kurtlu çıkıyorsa suç kimindir? Fidanları yetiştirirken gereken titizliği, özen ve ihtimamı göstermeyen bahçıvanın değil midir?
Yazıya Atatürk'ün sözüyle başladık, yine O'nun sözüyle tamamlayalım: "Yetişecek gençliğe herşeyden evvel Türkiye'nin istiklbaline, milli benliğine, milli geleneklerine düşman olan unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir." 
_____
(*): Hz. Mevlâna
Fahri Yakar

11 Ekim 2012 Perşembe

SUÇUN MANTIĞI DEĞİŞTİ Mİ ? ( I)

Her toplumda iyilikler de olur fenalıklar da… Bu, gayet doğaldır. Asıl doğal olmayan şey, fenalıkların varlığı değil; fenalıkla iyiliğin, hayır ile şerrin, doğruyla yanlışın, haklı ile haksızın ayırt edilemez bir noktaya gelinmiş olmasıdır. 
Bir Atasözümüzde belirtildiği gibi: “Su uyuyor da, düşman uyumuyor” Türkiye’yi bölmek isteyen devlet ve rejim karşıtları bir saniye boş durmuyor, toplumun düşünce yapısını istedikleri istikamette yönlendirmek için büyük bir çaba harcıyorlar.  Özellikle kendisini liberal aydın sanan bazı yazar- çizer takımıyla, bazı akademisyenler, hatta kimi Sivil Toplum Kuruluşları (STK), bulundukları konumu kullanarak, toplumu sürekli olarak tek yönlü fikir ve telkin bombardımanına tabi tutuyorlar. Televizyon ekranlarından, gazete köşelerinden yatıp kalkıp ‘devleti ve rejimi’ suçluyorlar.  Bütün suç devletteymiş gibi, her olumsuzluğu devletin üzerine yıkıyorlar. Devlete karşı silahlanıp dağa çıkan, milletin egemenlik hakkını elinden almak isteyen, bunun için kan döken, can alan ocak yıkan teröristleri, kamuoyuna ‘mağdur ve mazlum’ devleti ise, ‘zalim’, gaddar’, ‘ceberut’ olarak takdim ediyorlar. Ülkede yeteri kadar demokrasi ve özgürlük yokmuş gibi, özgürlük alanlarının daha çok genişletilmesini isteyerek bölücü odaklara, daha rahat eylem yapma yolunu açıyorlar. Her fırsatta tarihin derinliklerinden günümüze intikal eden milli değerlere saldırıyorlar, toplumun hafızasına yerleşmiş kutsal değerleri kovmaya, tasfiye etmeye çalışıyorlar.  Etnik ayrışmayı körüklüyorlar.  Yatıp kalkıp  ‘Kürt sorununu’ kaşıyorlar. Devleti bırakıp ülkeyi bölmek isteyenlere hak veriyorlar.
Bölücü unsurlarla,  sözünü ettiğimiz aydın ve yazar takımının ülkede estirdiği tek yönlü telkin ve propaganda sağanakları, son zamanlarda etkisini iyice göstermeye başladı. Vatandaşların kafası karıştı. Toplumda bir farklılaşma, bir kırılma baş gösterdi. Toplumun 90 yıldan beri peşinden koştuğu, baş tacı ettiği değerler yerlerinden oynadı, değerler merdiveni tepetaklak oldu. Cumhuriyet’in dayandığı, devleti,  milleti, birlik ve beraberlik içinde yaşatan  ilkeler, değerler bir, bir aşınmaya ve eski önemini yitirmeye başladı. Kısacası değer yargıları yön ve istikamet değiştirdi.
Toplumun duvarında çatlaklar oluştu. Çatlamış duvarlara kazma vuran çok olur. Daha düne kadar toplumda kimsenin, söylemek şurada dursun, düşünmeye bile cesaret edemediği sözler, söylemler artık uluorta söylenir ve yazılır oldu.
Devletin varlığına, milletin birliğine ve ülkenin bütünlüğüne yönelik  saldırılar, düne kadar büyük infiale yol açarken, bugün gayet normal ve olağan bir hadiseymiş gibi karşılanır oldu. Tek yönlü koşullanmalar düşünceleri sınırladı. Bazı vatandaşlar, terörist ile Mehmetçik arasında bir tercih yapamaz hale geldi. Saldırganla mağdur, dostla düşman, kim haklı kim haksız birbirine karıştı.  
Bazı kesimlerde gözle görülür biçimde doğrunun ölçeği değişti. O kadar ki resmi sıfatına rağmen bir güvenlik görevlisi: “Dağda ölen bir teröriste ağlamayanın insan olmayacağını” söyler hale geldi. İlgilinin bu söylemini normal karşılayan çevreler bile oldu.
Daha önce vatanseverlik, milliyetçilik, vatan, millet, bayrak sevgisi sosyal erdemlerden ve yüksek duygulardan sayılırken, bugün aynı değerler, söz konusu çevrelerce yerden yere vurulur oldu.
Yine düne kadar, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, PKK’yı taraf kabul edip müzakere etmesinin kaçınılmaz olduğu”  yolundaki söylemler, büyük öfke uyandırırken, tepki katsayısını tepelere fırlatırken, bugün aynı söylemler, olağan kabul edilmeye başladı. Bu değişimi, normalleşme sayanlar çıktı.
Bir yerde rüzgârlar, tek yönlü eserse yağmurlar eğri yağmaya başlar. 
***
Peki de Türkiye’de ne değişti? PKK, amaçlarından vaz mı geçti?  
Bunca asker, bunca polis niye öldü?
Vatan millet bölünmesin diye değil mi?
Peki, terör ne istiyor? Ekmek mi, iş mi, yoksa aş mı istiyor?
Hayır!
Demokrasi ve kültürel haklar mı istiyor?
Hayır!
Öyleyse ne istiyor? Devletin otoritesini yıkmak, milli birliğimizi ve bütünlüğümüzü bozmak, yani milli varlığımıza, milli egemenliğimize kast etmek istiyor.
Bu millet, bu devlet, 30 yıldır maddi ve manevi yönden nice kayıplar verdi.  Kucak kucak ıstırap, yığın, yığın acı yaşadı ve halen de yaşamaya devam ediyor.  Çekilen bunca acılar, sıkıntılar, bunca çığlıklar niçindi?
Ülke bölünmesin diye değil miydi? Yağmurlar yağdı yarıklar kapandı mı?
Sözü daha fazla uzatmadan tabloyu, bir anekdotla tamamlayalım:
Sahabeden biri, Hz. Ömer’e sorar:
-“İnsanların en hayırlısı kimdir?”
Hz. Ömer:
-“Hayırla şerri birbirinden ayırmayı bilendir” diye karşılık verir.
-“Peki ya Ömer, insanların en şerri kimdir?”
Hz. Ömer bu defa:
-“Kendi şerrini topluma hayır gibi gösterendir” der.
Bir ülkede en tehlikeli olan şey, aydın sandığımız kimselerin geçmişlerinden ve milli benliklerinden uzaklaşmalarıdır. İşte en büyük tehlike bunlardan gelir. Bu aydınların zihin yolları, doğrulara kapanmış. Önyargıları gerçekleri görmelerine engel oluyor. Kendi köşelerini, terör ve şiddeti destekleyenlerin söz ve beyanatlarına tahsis edecek kadar taraf tutuyorlar.   
            Bunların rüzgarına kapılarak, düne kadar önem verip peşinden koştuğumuz, altını kırmızıyla çizdiğimiz  değer yargılarımızın, bugün üstünü çizmeye kalkışmak, doğru değildir.  Vatanını, milletini sevenler için doğru tektir.

 


Fahri Yakar