Her toplumda iyilikler de olur fenalıklar da… Bu,
gayet doğaldır. Asıl doğal olmayan şey, fenalıkların varlığı değil; fenalıkla
iyiliğin, hayır ile şerrin, doğruyla yanlışın, haklı ile haksızın ayırt
edilemez bir noktaya gelinmiş olmasıdır.
Bir Atasözümüzde belirtildiği gibi: “Su uyuyor da,
düşman uyumuyor” Türkiye’yi bölmek isteyen devlet ve rejim karşıtları bir
saniye boş durmuyor, toplumun düşünce yapısını istedikleri istikamette yönlendirmek
için büyük bir çaba harcıyorlar. Özellikle
kendisini liberal aydın sanan bazı yazar- çizer takımıyla, bazı akademisyenler,
hatta kimi Sivil Toplum Kuruluşları (STK), bulundukları konumu kullanarak, toplumu
sürekli olarak tek yönlü fikir ve telkin bombardımanına tabi tutuyorlar. Televizyon
ekranlarından, gazete köşelerinden yatıp kalkıp ‘devleti ve rejimi’ suçluyorlar.
Bütün suç devletteymiş gibi, her
olumsuzluğu devletin üzerine yıkıyorlar. Devlete karşı silahlanıp dağa çıkan,
milletin egemenlik hakkını elinden almak isteyen, bunun için kan döken, can
alan ocak yıkan teröristleri, kamuoyuna ‘mağdur ve mazlum’ devleti ise, ‘zalim’,
gaddar’, ‘ceberut’ olarak takdim ediyorlar. Ülkede yeteri kadar demokrasi ve
özgürlük yokmuş gibi, özgürlük alanlarının daha çok genişletilmesini isteyerek
bölücü odaklara, daha rahat eylem yapma yolunu açıyorlar. Her fırsatta tarihin
derinliklerinden günümüze intikal eden milli değerlere saldırıyorlar, toplumun
hafızasına yerleşmiş kutsal değerleri kovmaya, tasfiye etmeye çalışıyorlar. Etnik ayrışmayı körüklüyorlar. Yatıp kalkıp ‘Kürt sorununu’ kaşıyorlar. Devleti bırakıp
ülkeyi bölmek isteyenlere hak veriyorlar.
Bölücü unsurlarla, sözünü ettiğimiz aydın ve yazar takımının
ülkede estirdiği tek yönlü telkin ve propaganda sağanakları, son zamanlarda
etkisini iyice göstermeye başladı. Vatandaşların kafası karıştı. Toplumda bir
farklılaşma, bir kırılma baş gösterdi. Toplumun 90 yıldan beri peşinden
koştuğu, baş tacı ettiği değerler yerlerinden oynadı, değerler merdiveni
tepetaklak oldu. Cumhuriyet’in dayandığı, devleti, milleti, birlik ve beraberlik içinde yaşatan ilkeler, değerler bir, bir aşınmaya ve eski önemini
yitirmeye başladı. Kısacası değer yargıları yön ve istikamet değiştirdi.
Toplumun duvarında çatlaklar oluştu. Çatlamış duvarlara
kazma vuran çok olur. Daha düne kadar toplumda kimsenin, söylemek şurada
dursun, düşünmeye bile cesaret edemediği sözler, söylemler artık uluorta söylenir
ve yazılır oldu.
Devletin varlığına, milletin birliğine ve ülkenin bütünlüğüne
yönelik saldırılar, düne kadar büyük
infiale yol açarken, bugün gayet normal ve olağan bir hadiseymiş gibi karşılanır
oldu. Tek yönlü koşullanmalar düşünceleri sınırladı. Bazı vatandaşlar, terörist
ile Mehmetçik arasında bir tercih yapamaz hale geldi. Saldırganla mağdur, dostla
düşman, kim haklı kim haksız birbirine karıştı.
Bazı kesimlerde gözle görülür biçimde doğrunun ölçeği
değişti. O kadar ki resmi sıfatına rağmen bir güvenlik görevlisi: “Dağda ölen
bir teröriste ağlamayanın insan olmayacağını” söyler hale geldi. İlgilinin bu
söylemini normal karşılayan çevreler bile oldu.
Daha önce vatanseverlik, milliyetçilik, vatan, millet,
bayrak sevgisi sosyal erdemlerden ve yüksek duygulardan sayılırken, bugün aynı
değerler, söz konusu çevrelerce yerden yere vurulur oldu.
Yine düne kadar, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin,
PKK’yı taraf kabul edip müzakere etmesinin kaçınılmaz olduğu” yolundaki söylemler, büyük öfke uyandırırken,
tepki katsayısını tepelere fırlatırken, bugün aynı söylemler, olağan kabul
edilmeye başladı. Bu değişimi, normalleşme sayanlar çıktı.
Bir yerde rüzgârlar, tek yönlü eserse yağmurlar eğri
yağmaya başlar.
***
Peki de Türkiye’de ne değişti? PKK, amaçlarından vaz
mı geçti?
Bunca asker, bunca polis niye öldü?
Vatan millet bölünmesin diye değil mi?
Peki, terör ne istiyor? Ekmek mi, iş mi, yoksa aş mı
istiyor?
Hayır!
Demokrasi ve kültürel haklar mı istiyor?
Hayır!
Öyleyse ne istiyor? Devletin otoritesini yıkmak, milli
birliğimizi ve bütünlüğümüzü bozmak, yani milli varlığımıza, milli
egemenliğimize kast etmek istiyor.
Bu millet, bu devlet, 30 yıldır maddi ve manevi yönden
nice kayıplar verdi. Kucak kucak ıstırap,
yığın, yığın acı yaşadı ve halen de yaşamaya devam ediyor. Çekilen bunca acılar, sıkıntılar, bunca çığlıklar
niçindi?
Ülke bölünmesin diye değil miydi? Yağmurlar yağdı
yarıklar kapandı mı?
Sözü daha fazla uzatmadan tabloyu, bir anekdotla tamamlayalım:
Sahabeden biri, Hz. Ömer’e sorar:
-“İnsanların en hayırlısı kimdir?”
Hz. Ömer:
-“Hayırla şerri birbirinden ayırmayı bilendir” diye
karşılık verir.
-“Peki ya Ömer, insanların en şerri kimdir?”
Hz. Ömer bu defa:
-“Kendi şerrini topluma hayır gibi gösterendir” der.
Bir ülkede en tehlikeli olan şey, aydın sandığımız
kimselerin geçmişlerinden ve milli benliklerinden uzaklaşmalarıdır. İşte en
büyük tehlike bunlardan gelir. Bu aydınların zihin yolları, doğrulara kapanmış.
Önyargıları gerçekleri görmelerine engel oluyor. Kendi köşelerini, terör ve
şiddeti destekleyenlerin söz ve beyanatlarına tahsis edecek kadar taraf
tutuyorlar.
Bunların rüzgarına kapılarak, düne kadar önem verip
peşinden koştuğumuz, altını kırmızıyla çizdiğimiz değer yargılarımızın, bugün üstünü çizmeye
kalkışmak, doğru değildir. Vatanını,
milletini sevenler için doğru tektir.
Fahri Yakar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder