20 Ocak 2014 Pazartesi

HANGİSİ EHVEN-İ ŞER?

HANGİSİ EHVEN-İ ŞER?
İnsanlar, kendi mecrasında akan ırmaklara benzerler; önemli bir etken olmazsa alıştıkları yaşam düzeninin dışına çıkmak istemezler. Herkes, kendi bildiği, kendi alıştığı yaşam biçimi neyse, o yaşam biçimi içinde yaşayıp gitmek ister. Zira bağımsız bir birey olarak her insanın,  kendi doğruları, değer ölçüleri ve hassasiyetleri vardır, bunlara sürekli olarak karışılması kimsenin hoşuna gitmez. Mesela: Hiç kimse, kendi evinin içine karışılmasına, mutfağına kadar girilmesine, yiyeceğine, içeceğine veya giyimine kuşamına müdahale edilmesine razı olmaz.
Ya da farz edelim ki, bir festivale katıldığınız. Sanatçının biri çıksa: "Burada festival süresince yalnızca benim çaldığım müziği dinleyeceksiniz, başka müzik çalmak ve söylemek yasak, burada yalnızca ben konser veririm. Siz de bu süre içinde sadece beni dinlemek mecburiyetindesiniz" dese, bu duruma ne kadar katlanabilirsiniz? Katlanamaz, patlarsınız. İnsanların yaşam alanlarına yapılan müdahaleler, bir noktadan sonra, insanları bunalıma sokar. Bunalım da eninde sonunda tepkiyi davet eder.
Yaşam alanlarına yapılan müdahaleler, her halükârda tepkiye yol açar. Eğer kırıp dökme, yakıp yıkma yoksa bu tür tepkiler, demokrasilerde normal karşılanır. Gezi olayları, böyle bir tepkiden doğmuştu; ama sonradan başka grupların katılmasıyla iş çığırından çıkıverdi. Tabii devlet devletliğini gösterdi, derhal frene bastı ve olayların büyümesini önledi.
Ama bu ülkede, büyük kentlerin sokaklarını savaş alanına çeviren, ülkenin varlığını birliğini tehdit eden, kitleleri devlet aleyhine ayaklanmaya sevk eden bölücülerin yaptığı tahrip edici eylemler ise bir türlü önlenemedi. Bölücü odaklar, pervasızca tahribata devam ediyorlar. Yine bölücü odaklarla aynı amacı paylaştığını saklamayan, onlarla el ele kol kola yürüyen bir partinin sözcüleri:
"Tek dile, tek etnisiteye, tek bayrağa dayalı bir ulus yaratmak, Kürt sorununun temelidir" diyerek 'milli devlete' karşı çıkıyorlar. Hatta daha da ileri giderek,
1. Güneydoğu'da Kürtler'e özerk bir statü tanınması,
2. Kürtçe'nin ikinci resmi dil olması dâhil, ülkeyi kargaşaya sokmak ve teröre boğmak için ne lazımsa yapıyorlar. Ecdadımızın kanları canları pahasına kazanıp bize emanet ettikleri bu aziz vatan üzerinde ayrı bir devlet kurmak istediklerini alenen söylüyorlar. Ne hazindir ki bir Allah'ın kulu çıkıp da bunlara: "Durun ne yapıyorsunuz? Yaptığınız yanlıştır" demiyor. Bu nasıl bir demokrasi anlayışıdır? Evet demokrasi hak ve özgürlükler rejimidir; ama özgürlük de kanunların müsaade ettiği şeyleri yapmaktır.
Sorunlar, bunlarla da kalmıyor. Bunca yıldır milletin önem verip peşinden koştuğu ve uğruna can verdiği milli ve tarihi değerler çiğneniyor, devletin adına, milletin kimliğine dil uzatılıyor, milli tarihimize, bayrağımıza, milli kahramanlarımıza hakaret ediliyor, milleti millet yapan her şey, yerden yere vuruluyor, millet, milletinden, milli bağlarından uzaklaştırılıyor. Millet, her yandan saldırıya uğruyor, yara alıyor. Son zamanlarda adeta 'Türk'  kavramına karşı savaş açtılar. "Türk Bayrağı'na, Türk Bayrağı demeyelim, Türkiye Bayrağı" diyelim, 'Türk'üm' demeyelim Türkiyeli diyelim! Biz bu düzeni değiştirmeye geldik" lafları dolaşıyor. Bugün Avrupa'da İngiltere, Fransa,  Almanya gibi devletler de, 'milli devlet' statüsündedir. Anılan devletler de bizde olduğu gibi, birden çok etnik grubun bir araya gelip aynı çatı altında birleşmesiyle kurulmuştur. Ama bu ülkelerden birinde kimse çıkıp, 'İngiliz'im demeyelim, İngiltereliyim diyelim' veya Fransa'da, "Fransız'ım demeyelim, Fransalı diyelim! Fransız bayrağı demeyelim, Fransa bayrağı diyelim" demeye kalkışmıyor. Zira İngiltere'de,  devleti kuran milletin adı İngiliz, Fransa'da devleti kuran milletin adı Fransız milletidir. Bu ülkelerde ayrılıkçı taleplere ve eylemlere asla prim verilmez.
Bizim kanunlarda bu tür olayları suç sayan hükümler yok mudur? Kanunların suç saydığı fiilleri yapanları cezasız bırakmak, kanunsuzluğu teşvik eder. Bu da devleti zaafa uğratır. Mecelle'de bir hüküm vardır. Denir ki: "Mani zail olunca memnu avdet eder." Zayıf görünmek, tecavüze davetiye çıkarmaktır. Devletin kılıcı keskin olmalıdır. Milli birliğimizi ve bütünlüğümüzü bozmak isteyenlere hadlerini bildirmek gerekir.  Devlet, diğer eylemlere karşı gösterdiği titizliğin aynısını, bölücü terör eylemlerine de göstermekte tereddüt etmemelidir. Yoksa bu gidişin, ülkeyi nereye götüreceği kestirilemez.
Cumhuriyet tarihinde bugüne kadar ülkenin başına 58 hükümet gelmiştir.  Hiçbir hükümet zamanında devletin bu topraklar üzerindeki egemenlik hakları, tartışma konusu yapılmamıştır.
Sonuçları, nedenlerine bakarak değerlendirmek gerekir. "Davranışların belirlenmesinde akıl, bilim ve deneyim hâkim olmalıdır."(*)
Eşkıyaya karşı devletin nasıl hareket edeceği devletin yasalarında bellidir. Devlet, suç işleyenleri yakalar ve yargılayıp cezalandırır. Demokrasilerde bunun başka yolu yoktur. 
Sözü, İstiklal Marşı Şairi Mehmet Akif Ersoy'un dizeleriyle bitirmek isterim:
 "Yetmez mi musap olduğumuz bunca devahi?
Ağzım kurusun… Yok musun ey adl-i İlahi?
Cani geziyor dipdiri can vermede masum
Suç başkasının da niçin başkası mahkûm?"
-----
(*): Kemal Atatürk

14 Ocak 2014 Salı

HANGİSİ EHVEN-İ ŞER?

HANGİSİ EHVEN-İ ŞER?
İnsanlar, kendi mecrasında akan ırmaklara benzerler; önemli bir etken olmazsa alıştıkları yaşam düzeninin dışına çıkmak istemezler. Herkes, kendi bildiği, kendi alıştığı yaşam biçimi neyse, o yaşam biçimi içinde yaşayıp gitmek ister. Zira bağımsız bir birey olarak her insanın,  kendi doğruları, değer ölçüleri ve hassasiyetleri vardır, bunlara sürekli olarak karışılması kimsenin hoşuna gitmez. Mesela: Hiç kimse, kendi evinin içine karışılmasına, mutfağına kadar girilmesine, yiyeceğine, içeceğine veya giyimine kuşamına müdahale edilmesine razı olmaz.
Ya da farz edelim ki, bir festivale katıldığınız. Sanatçının biri çıksa: “Burada festival süresince yalnızca benim çaldığım müziği dinleyeceksiniz, başka müzik çalmak ve söylemek yasak, burada yalnızca ben konser veririm. Siz de bu süre içinde sadece beni dinlemek mecburiyetindesiniz” dese, bu duruma ne kadar katlanabilirsiniz? Katlanamaz, patlarsınız. İnsanların yaşam alanlarına yapılan müdahaleler, bir noktadan sonra, insanları bunalıma sokar. Bunalım da eninde sonunda tepkiyi davet eder.
Yaşam alanlarına yapılan müdahaleler, her halükârda tepkiye yol açar. Eğer kırıp dökme, yakıp yıkma yoksa bu tür tepkiler, demokrasilerde normal karşılanır. Gezi olayları, böyle bir tepkiden doğmuştu; ama sonradan başka grupların katılmasıyla iş çığırından çıkıverdi. Tabii devlet devletliğini gösterdi, derhal frene bastı ve olayların büyümesini önledi.
Ama bu ülkede, büyük kentlerin sokaklarını savaş alanına çeviren, ülkenin varlığını birliğini tehdit eden, kitleleri devlet aleyhine ayaklanmaya sevk eden bölücülerin yaptığı tahrip edici eylemler ise bir türlü önlenemedi. Bölücü odaklar, pervasızca tahribata devam ediyorlar. Yine bölücü odaklarla aynı amacı paylaştığını saklamayan, onlarla el ele kol kola yürüyen bir partinin sözcüleri:
“Tek dile, tek etnisiteye, tek bayrağa dayalı bir ulus yaratmak, Kürt sorununun temelidir” diyerek ‘milli devlete’ karşı çıkıyorlar. Hatta daha da ileri giderek,
1. Güneydoğu’da Kürtler’e özerk bir statü tanınması,
2. Kürtçe’nin ikinci resmi dil olması dâhil, ülkeyi kargaşaya sokmak ve teröre boğmak için ne lazımsa yapıyorlar. Ecdadımızın kanları canları pahasına kazanıp bize emanet ettikleri bu aziz vatan üzerinde ayrı bir devlet kurmak istediklerini alenen söylüyorlar. Ne hazindir ki bir Allah’ın kulu çıkıp da bunlara: “Durun ne yapıyorsunuz? Yaptığınız yanlıştır” demiyor. Bu nasıl bir demokrasi anlayışıdır? Evet demokrasi hak ve özgürlükler rejimidir; ama özgürlük de kanunların müsaade ettiği şeyleri yapmaktır.
Sorunlar, bunlarla da kalmıyor. Bunca yıldır milletin önem verip peşinden koştuğu ve uğruna can verdiği milli ve tarihi değerler çiğneniyor, devletin adına, milletin kimliğine dil uzatılıyor, milli tarihimize, bayrağımıza, milli kahramanlarımıza hakaret ediliyor, milleti millet yapan her şey, yerden yere vuruluyor, millet, milletinden, milli bağlarından uzaklaştırılıyor. Millet, her yandan saldırıya uğruyor, yara alıyor. Son zamanlarda adeta ‘Türk’  kavramına karşı savaş açtılar. “Türk Bayrağı’na, Türk Bayrağı demeyelim, Türkiye Bayrağı” diyelim, ‘Türk’üm’ demeyelim Türkiyeli diyelim! Biz bu düzeni değiştirmeye geldik” lafları dolaşıyor. Bugün Avrupa’da İngiltere, Fransa,  Almanya gibi devletler de, ‘milli devlet’ statüsündedir. Anılan devletler de bizde olduğu gibi, birden çok etnik grubun bir araya gelip aynı çatı altında birleşmesiyle kurulmuştur. Ama bu ülkelerden birinde kimse çıkıp, ‘İngiliz’im demeyelim, İngiltereliyim diyelim’ veya Fransa’da, “Fransız’ım demeyelim, Fransalı diyelim! Fransız bayrağı demeyelim, Fransa bayrağı diyelim” demeye kalkışmıyor. Zira İngiltere’de,  devleti kuran milletin adı İngiliz, Fransa’da devleti kuran milletin adı Fransız milletidir. Bu ülkelerde ayrılıkçı taleplere ve eylemlere asla prim verilmez.
Bizim kanunlarda bu tür olayları suç sayan hükümler yok mudur? Kanunların suç saydığı fiilleri yapanları cezasız bırakmak, kanunsuzluğu teşvik eder. Bu da devleti zaafa uğratır. Mecelle’de bir hüküm vardır. Denir ki: “Mani zail olunca memnu avdet eder.” Zayıf görünmek, tecavüze davetiye çıkarmaktır. Devletin kılıcı keskin olmalıdır. Milli birliğimizi ve bütünlüğümüzü bozmak isteyenlere hadlerini bildirmek gerekir.  Devlet, diğer eylemlere karşı gösterdiği titizliğin aynısını, bölücü terör eylemlerine de göstermekte tereddüt etmemelidir. Yoksa bu gidişin, ülkeyi nereye götüreceği kestirilemez.
Cumhuriyet tarihinde bugüne kadar ülkenin başına 58 hükümet gelmiştir.  Hiçbir hükümet zamanında devletin bu topraklar üzerindeki egemenlik hakları, tartışma konusu yapılmamıştır.
Sonuçları, nedenlerine bakarak değerlendirmek gerekir. “Davranışların belirlenmesinde akıl, bilim ve deneyim hâkim olmalıdır.”(*)
Eşkıyaya karşı devletin nasıl hareket edeceği devletin yasalarında bellidir. Devlet, suç işleyenleri yakalar ve yargılayıp cezalandırır. Demokrasilerde bunun başka yolu yoktur. 
Sözü, İstiklal Marşı Şairi Mehmet Akif Ersoy’un dizeleriyle bitirmek isterim:
 “Yetmez mi musap olduğumuz bunca devahi?
Ağzım kurusun… Yok musun ey adl-i İlahi?
Cani geziyor dipdiri can vermede masum
Suç başkasının da niçin başkası mahkûm?”
-----
(*): Kemal Atatürk