HANGİSİ EHVEN-İ ŞER?
İnsanlar, kendi
mecrasında akan ırmaklara benzerler; önemli bir etken olmazsa alıştıkları yaşam
düzeninin dışına çıkmak istemezler. Herkes, kendi bildiği, kendi alıştığı yaşam
biçimi neyse, o yaşam biçimi içinde yaşayıp gitmek ister. Zira bağımsız bir
birey olarak her insanın, kendi
doğruları, değer ölçüleri ve hassasiyetleri vardır, bunlara sürekli olarak
karışılması kimsenin hoşuna gitmez. Mesela: Hiç kimse, kendi evinin içine karışılmasına,
mutfağına kadar girilmesine, yiyeceğine, içeceğine veya giyimine kuşamına
müdahale edilmesine razı olmaz.
Ya da farz edelim ki, bir
festivale katıldığınız. Sanatçının biri çıksa: “Burada festival süresince
yalnızca benim çaldığım müziği dinleyeceksiniz, başka müzik çalmak ve söylemek
yasak, burada yalnızca ben konser veririm. Siz de bu süre içinde sadece beni
dinlemek mecburiyetindesiniz” dese, bu duruma ne kadar katlanabilirsiniz?
Katlanamaz, patlarsınız. İnsanların yaşam alanlarına yapılan müdahaleler, bir
noktadan sonra, insanları bunalıma sokar. Bunalım da eninde sonunda tepkiyi
davet eder.
Yaşam alanlarına yapılan
müdahaleler, her halükârda tepkiye yol açar. Eğer kırıp dökme, yakıp yıkma
yoksa bu tür tepkiler, demokrasilerde normal karşılanır. Gezi olayları, böyle
bir tepkiden doğmuştu; ama sonradan başka grupların katılmasıyla iş çığırından
çıkıverdi. Tabii devlet devletliğini gösterdi, derhal frene bastı ve olayların
büyümesini önledi.
Ama bu ülkede, büyük kentlerin
sokaklarını savaş alanına çeviren, ülkenin varlığını birliğini tehdit eden, kitleleri
devlet aleyhine ayaklanmaya sevk eden bölücülerin yaptığı tahrip edici eylemler
ise bir türlü önlenemedi.
Bölücü odaklar, pervasızca tahribata devam ediyorlar. Yine bölücü odaklarla
aynı amacı paylaştığını saklamayan, onlarla el ele kol kola yürüyen bir
partinin sözcüleri:
“Tek dile, tek etnisiteye, tek bayrağa dayalı bir ulus
yaratmak, Kürt sorununun temelidir” diyerek ‘milli devlete’ karşı çıkıyorlar. Hatta
daha da ileri giderek,
1. Güneydoğu’da
Kürtler’e özerk bir statü tanınması,
2. Kürtçe’nin ikinci
resmi dil olması dâhil, ülkeyi kargaşaya sokmak ve teröre boğmak için ne
lazımsa yapıyorlar. Ecdadımızın kanları canları pahasına kazanıp bize emanet
ettikleri bu aziz vatan üzerinde ayrı bir devlet kurmak istediklerini alenen söylüyorlar.
Ne hazindir ki bir Allah’ın kulu çıkıp da bunlara: “Durun ne yapıyorsunuz?
Yaptığınız yanlıştır” demiyor. Bu nasıl bir demokrasi anlayışıdır? Evet
demokrasi hak ve özgürlükler rejimidir; ama özgürlük de kanunların müsaade
ettiği şeyleri yapmaktır.
Sorunlar, bunlarla da kalmıyor.
Bunca yıldır milletin önem verip peşinden koştuğu ve uğruna can verdiği milli
ve tarihi değerler çiğneniyor, devletin adına, milletin kimliğine dil uzatılıyor,
milli tarihimize, bayrağımıza, milli kahramanlarımıza hakaret ediliyor, milleti
millet yapan her şey, yerden yere vuruluyor, millet, milletinden, milli
bağlarından uzaklaştırılıyor. Millet, her yandan saldırıya uğruyor, yara
alıyor. Son zamanlarda adeta ‘Türk’ kavramına
karşı savaş açtılar. “Türk Bayrağı’na, Türk Bayrağı demeyelim, Türkiye Bayrağı”
diyelim, ‘Türk’üm’ demeyelim Türkiyeli diyelim! Biz bu düzeni değiştirmeye
geldik” lafları dolaşıyor. Bugün Avrupa’da İngiltere, Fransa, Almanya gibi devletler de, ‘milli devlet’
statüsündedir. Anılan devletler de bizde olduğu gibi, birden çok etnik grubun
bir araya gelip aynı çatı altında birleşmesiyle kurulmuştur. Ama bu ülkelerden
birinde kimse çıkıp, ‘İngiliz’im demeyelim, İngiltereliyim diyelim’ veya Fransa’da,
“Fransız’ım demeyelim, Fransalı diyelim! Fransız bayrağı demeyelim, Fransa bayrağı
diyelim” demeye kalkışmıyor. Zira İngiltere’de, devleti kuran milletin adı İngiliz, Fransa’da devleti
kuran milletin adı Fransız milletidir. Bu ülkelerde ayrılıkçı taleplere ve
eylemlere asla prim verilmez.
Bizim kanunlarda bu tür
olayları suç sayan hükümler yok mudur? Kanunların suç saydığı fiilleri yapanları
cezasız bırakmak, kanunsuzluğu teşvik eder. Bu da devleti zaafa uğratır. Mecelle’de
bir hüküm vardır. Denir ki: “Mani zail olunca memnu avdet eder.” Zayıf
görünmek, tecavüze davetiye çıkarmaktır. Devletin kılıcı keskin olmalıdır. Milli
birliğimizi ve bütünlüğümüzü bozmak isteyenlere hadlerini bildirmek gerekir. Devlet, diğer eylemlere karşı gösterdiği
titizliğin aynısını, bölücü terör eylemlerine de göstermekte tereddüt
etmemelidir. Yoksa bu gidişin, ülkeyi nereye götüreceği kestirilemez.
Cumhuriyet tarihinde bugüne
kadar ülkenin başına 58 hükümet gelmiştir. Hiçbir hükümet zamanında devletin bu topraklar
üzerindeki egemenlik hakları, tartışma konusu yapılmamıştır.
Sonuçları, nedenlerine
bakarak değerlendirmek gerekir. “Davranışların
belirlenmesinde akıl, bilim ve deneyim hâkim olmalıdır.”(*)
Eşkıyaya karşı devletin
nasıl hareket edeceği devletin yasalarında bellidir. Devlet, suç işleyenleri
yakalar ve yargılayıp cezalandırır. Demokrasilerde bunun başka yolu
yoktur.
Sözü, İstiklal Marşı
Şairi Mehmet Akif Ersoy’un dizeleriyle bitirmek isterim:
“Yetmez mi musap olduğumuz bunca devahi?
Ağzım kurusun… Yok musun ey adl-i
İlahi?
Cani geziyor dipdiri can vermede
masum
Suç başkasının da niçin başkası mahkûm?”
-----
(*): Kemal Atatürk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder