28 Nisan 2014 Pazartesi

BU ÜLKE BÜYÜK BİRBAHÇEDİR



“Göster Allah’ım bu millete kurtulur bir mucize
                                                                          Bir utanma hissi ver gaip hazinenden bize!”
Mehmet Akif

 
Devletimiz, Cumhuriyetimiz nice zamandır tehdit altında. Dış güçler ve onların içimizdeki işbirlikçi kalemleri, bölücü çevrelerle birlik olmuşlar, milli dokumuzu, üniter yapımızı bozmaya azmetmişler. Dili, bayrağı, toprağı parlamentosu ayrı özerk devlet kurmak istiyorlar. Milleti, ‘Kemalist’ diye nitelendirdikleri Cumhuriyet’ten, Cumhuriyet’in temel ilkelerinden soğutup uzaklaştırmaya, milli birlik ruhunu, Türklük duygusunu, mili bilincini tasfiye etmeye ve milletin tarihinden ve yaşadığı bu coğrafyadan gelen adını silmeye çalışıyorlar. Bir kısım medya da devletin varlığını birliğini zaafa uğratacak bu söylemleri kamuoyuna pompalayarak, bu bölücü zihniyete hizmet ediyor.

 

Fransa'da bununla ilgili bir laf vardır: “Demokratik bir ülkede, eğer basın aleyhte propagandaya başlarsa rejim can çekişir” derler.

 

Ülkede durum, pek iç açıcı görünmüyor. Zaman ülkenin aleyhine işlemektedir.  PKK ve onun siyasi uzantıları, “Aman açılım süreci bozulmasın” yaklaşımlarının yarattığı hoşgörü  ortamından cesaret alarak taleplerini açıkça söylüyorlar:

 

1.Lozan’ı tanımadıklarını belirterek yeniden ‘Sevr’ istiyorlar.

2.Kürtçe’ye 2. resmi dil statüsü istiyorlar.

3.Ulus ve üniter devlet yerine, etnik temele dayalı, ayrı bayrak, ayrı toprak, ayrı meclisi olan özerk devlet olmak istiyorlar.

4.Türklüğü unutturmak, ‘Türk’ adını anayasadan silmek istiyorlar.

 

Etnik temelde siyaset yapmak, ülkenin birliğine ve bütünlüğüne meydan okumaktır. Halen etnik temelde siyaset yapılıyor. Millet, “Terör bitti, barış döndü, artık şehit gelmiyor” diye sevinirken, PKK, boş durmuyor, milletin gözleri önünde yıkım görevlerini yerine getirmekten geri kalmıyorlar.

 

Öte yandan İmralı, tavize doymuyor, devlete şart dayatıyor.  Bu defa da Almanya’nın 13, İspanya’nın 17, İtalya’nın 21 özerk bölgeye ayrılmış olduğunu ileri sürerek, Yerel Yönetimler Yasasının ve Demokratik Sivil Toplum yasalarının bir an evvel düzenlenmesini istiyor. Böylece yakılan etnik ayrışma ateşi, her geçen gün büyüyerek ülkeyi kuşatmaya devam ediyor. Buna rağmen halkın endişelerini giderecek tek kelime çıkmıyor ağızlardan.  Böyle giderse, devletin bölüneceği ve herkesin bu enkazın altında kalacağı günler pek uzak değildir.  Güneydoğu’da alarm zilleri çalıyor. Fay hattı tehlike saçmaya devam ediyor. Bölücü çevreler, kanla irfanla kurulan bu devleti bölmek ve ülkenin Güneydoğu'sunda 'paralel bir devlet' kurmak için sinsice çalışıyorlar.

 

Olanı biteni düşünmezsek, görmezsek, duymazsak, Araf Suresi 179. Ayetinde: “Beyinleri var düşünüp kavramıyorlar, gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar”  diye tarif edilen insanlardan ne farkımız kalır?

 

Devlet olarak, kahraman ecdadımızın kanları ve canları pahasına kazanıp bize emanet ettikleri bu aziz vatanı, bu şer odaklarının insafına mı bırakacağız?

 

ABD Başkanı B. Obama, vatandaşları uyanık olmaya çağırarak: "Gelin politikamızı zehirleyen etnik ayrımcılığa karşı hep beraber direnelim!" diyor. B. Obama'nın bu yaklaşımı, herkese örnek olmalıdır. ABD’nin bünyesinde 70 'i aşkın etnik grup yaşıyor. Avrupa’daki devletlerin bünyesinde de pek çok etnik grubu bir arada yaşamaktadır.  Gerek İngiltere, gerek Fransa, gerekse ABD, farklı ırktan insanları birlik ve beraberlik içinde yaşatıyor da bizde neden tefrika çıkarılıyor?  

 

Bu ülkelerde birliği ve bütünlüğü sağlayan şey milli eğitimdir. Mesela: ABD'de toplumda  uzlaşma ve hoşgörü kültürü hakimdir. Bu kültür, milli eğitimle sağlanmıştır. Bu kültürü ifade eden bir söz vardır:

"Birleşmek başlangıçtır

Birliği sürdürmek gelişmedir

Birlikte çalışmak başarıdır."

 

Atatürk, bu hoşgörü ve anlayışı, "Ne Mutlu Türk'üm Diyene!" sözüyle ifade etmiştir. Ve bu söz, yıllarca bu toprakları yurt edinmiş olan herkesi kucaklayan bir anlayışın ifadesi olarak yaşatılmıştır. Ama son yıllarda başka çevreler tarafından başka anlamlar yüklenerek tasfiye edilmek istenmektedir.

***

Atatürk, bu vatanı bütünüyle bir bahçe gibi görür ve gözü gibi korurdu.

Başbakan İnönü, bir gün azınlıklar konusunu görüşmek üzere, Florya köşküne Atatürk’ü ziyarete gider.

 Atatürk, İnönü’yü hem de akşamın bu saatinde karşısında görünce şaşırır:

-“Hayırdır paşa, habersiz geldin bir şey mi var?” diye sorar.

İsmet Paşa:

-“Şu azınlıklar meselesi için gelmiştim, konuyu yarın meclis gündemine getireceğiz de…” der.

Atatürk temkinlidir:

-“İsmet, bugün geç oldu. Yarın sabah erkenden gel, bu konuyu daha ayrıntılı bir şekilde görüşelim!” der.

İsmet Paşa, bunun üzerine hal hatır sorduktan sonra müsaade isteyip köşkten ayrılır.

Atatürk daha sonra, köşkteki görevlileri toplar, onlardan, ‘ bahçedeki laleler dışında kalan bütün gülleri ve çiçekleri sökmelerini’ emreder. 

Ertesi gün sabah saatlerinde köşke gelen İnönü bahçenin halini görünce şaşırır, görevliye sorar:

-“Akşamdan sabaha bu bahçeye neler olmuş böyle? Bu gülleri, çiçekleri niye söktünüz?”

Görevli:

-“Paşam, Gazi Paşa emretti, biz de söktük” diye cevap verir.

İnönü, Atatürk’ün odasına girer merakla sorar:

-“Paşam, bahçeye ne olmuş böyle?”   

Atatürk, beklediği anın geldiğini görerek şöyle der:

-“Biz sadece bahçedeki azınlıkları söküp attık İsmet!  

  İnönü, mesajı almış olduğunu gösteren bir tavırla başını önüne eğer.

Atatürk, sözlerine şöyle devam eder:

-“İsmet, ben “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” sözünü boşa söylemedim… Türkiye’de yaşayan herkes bu vatanın öz evladıdır. Ben hayatta olduğum sürece bu böyle bilinsin, sakın azınlıklarla ilgili bir kanun çıkarılmasın!” [1]

       Kalbimizde ve dimağımızda ilelebet yaşayacak olan Atatürk, bu millete üzerinde  yürüyeceği yolu göstermiş, "Kurtuluş, toplumdaki marazi (hastalıklı) fikirleri teşhis ve tedavi etmekle mümkündür" demiştir. Atatürk'ün ilkeleri, bu devletin temel dinamikleridir. 

     Bu ülke, bu milletin tamamına ait büyük bir bahçedir. Bu bütünlüğü bozmaya ve parçalara ayırmaya çalışanlara, asla müsamaha edilmemelidir.

Yazımıza M. Akif’in dizeleriyle başladık yine O’nun dizeleriyle bitirelim:

“Ey cemaat! Elverir artık uyku!

Yok mudur sizlerde vatan namına bir duygu?

His yok, hareket yok, leş mi kesildin?

Hayret veriyorsun bana sen böyle değildin!”




[1] İnan Kıraç’ın anılarından alınmıştır.



3 Nisan 2014 Perşembe

BEYİN GÜCÜ

"Bilgi ile göğe yol bulunur." Yusuf Has Hacip




Çağımız bilgi çağıdır. Bilgisi olanın ileri gittiği, bilgisi olmayanın geride kaldığı bir çağda yaşıyoruz. Bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler, yerinde durmuyor, hem de baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Bilim adamlarının tespitlerine göre her (7) yılda bir mevcut bilgi birikimi, bir kat daha artıyor. Günümüzde her saniyede bir makale, her dakikada iki kitap, her dakikada 4 icat yapılıyor. İleri ülkeler, bilim ve teknoloji alanında adeta birbirleriyle yarış ediyorlar.
Bu yarışta bir toplum, sırtını yalnızca ilme dayarsa, din ihmal edilmiş olur, yalnızca dine dayarsa ilim kaybolur. Bu açıdan toplumun maddi ve manevi kalkınması için bilim ve teknolojinin insanlığa sunduğu nimet ve imkânlarından, dinin de faziletinden azami ölçüde yararlanmak şarttır. 
Albert Einstein'in dediği gibi: "İlimsiz din kör, dinsiz ilim topaldır."
İnsana akıl verilmiştir; ama akıl tek başına kördür, yol alamaz, mutlaka mürşide ihtiyacı vardır; o mürşit bilgidir. Bilgi ışıktır. Akıl, bilginin aydınlığında yol alır. Bilgiden uzak kalan ışıktan ve aydınlıktan yoksun kalmış olur. Bilginin ışığı olmadan akıl önünü göremez, işlevini tam olarak yapamaz. Akıl, bilgi ile beslendikçe çiçek açan ve meyve veren bir bitki gibidir.
Atatürk, bilgiyi gerçek bir mürşit(irşat edici, olgunlaştırıcı) olarak görmüş, o ünlü sözünü bu amaçla söylemiştir. Gerçekte ilim Allah'ın sıfatıdır ve en hakiki mürşittir. İlim ekilen yerde düşünceler canlanır. Düşünce ekilen yerde, yetenekler canlanır. Yetenek ekilen yerde  hayat canlanır. Hayatın canlandığı yerde toplum şahlanır.
***
Osmanlı devleti, bir zamanlar altın çağını yaşadı ve üç kıtaya hükmetti. Bilimde sanatta, sağlıkta kültürde ve ekonomide öndeydi.  Ne zaman ki Osmanlı toplumu, bilime ve teknolojik gelişmelere arkasını döndü, taassuba ve cehalete gömüldü, işte o zaman gerilemeye başladı. Ne bir keşif, ne bir icat, ne bir yenilik olmadı. Toplum sadece dine, diyanete ve ulamaya sarıldı, kendini tekrarlayıp durdu. Avrupa ülkeleri, ilimde fende ve teknolojinin aydınlığında dev adımlarla ilerlerken ve insan gücünü eğiterek yaşam düzeylerini yükseltirken, Osmanlı devleti çağın gerisinde kaldı. Yakasını cehalet ve taassubun elinden kurtarıp çağın temposunu yakalayamadı. Böylece Avrupa'daki reform ve rönesansla başlayan zihinsel ve bilimsel her türlü gelişmeyi ıskaladı. Atatürk'ün sıkça tekrarladığı 'çağdaş medeniyet seviyesinin' gerisinde kaldı.
Dinimizin ilk emri, 'Oku!' diye başlar. Dinimiz, okumayı, öğrenmeyi, bilgi edinmeyi öğütler. Peygamber Efendimiz: "Bilgi edinilmeyen günün boşa gittiğini, bir saat ilim öğrenen kimsenin geceleri sabaha kadar ibadet eden kimseden hayırlı olduğunu belirtmiş ve sadece dini bilgilerle yetinilmeyip ilme, sağlığa ve tıp ilmine önem verilmesini" emretmiştir.
Dünya hayatı, başlı başına bir yarıştır. Marifet, bu yarışı önde götürmektir. Bu yarışı en önde götüren ülkeler, beyin gücünü en iyi eğiten ülkelerdir. Hangi millet, beyin gücünü, bilim ve teknolojinin gerektirdiği şart ve imkânlara göre daha iyi eğitmişse, dünyada üstünlük ona geçmiştir.