15 Ekim 2014 Çarşamba

Problemi Görmemek




Konuya bir anekdotla başlamak ilgiyi canlandırır.
Bir İngiliz gazeteci, Sina çölünde rastladığı bir Bedevi’ye soruyor:

“Sence gerçek lider kimdir?”

Bedevi, bu  soruya  bu öykü ile cevap veriyor:

“Bedevi’nin biri kızgın güneş altında Sina çölünde ilerlerken birden hava kararmaya başlar. Gökyüzünde tek tük görülen kuşlar da kararan ufkun aksi istikametine doğru uçarak gözden kaybolurlar. Tecrübe sahibi olan Bedevi bu işaretlerin kum fırtınasının habercisi olduğunu anlar. Devesini çökertir. Heybeden çıkardığı kazıkları kumlara çakıverir. Deveyi de bu kazıklardan birine bağlar. Sonra heybesinden katlı halde bulunan çadır bezini çıkartır bu kazıklara tutturur ve fırtına gelmeden çadırın içine girer. Derken fırtına bütün şiddetiyle yaklaşır. Çadırı sökercesine sallamaya başlar. Kızgın kumlar,  çadırı delecekmiş gibi fırtınanın önünde savrulmakta çadırın yüzeyine çarpmaktadır.

Bu arada kum tanelerinin birer kurşun gibi bedenine saplanmasından canı iyice yanan deve, dile gelip sahibine seslenir:

“Efendi, canım çok yanıyor. Hiç olmazsa başımı çadırın içine sokmama izin verir misin?” diye yalvarır.

Bu kum fırtınasında dışarıda kalmanın ne demek olduğunu iyi bilen Bedevi, zavallı devenin bu küçük dileğini kabul eder. “Peki, sadece başını çadırdan içeri sokabilirsin!” diyerek kapıyı bağlayan düğümleri çözer. Deve de başını çadırın içine sokar.

Dışarıda fırtına gittikçe şiddetini arttırmaktadır.

Canı yanan deve yine seslenir:

“Efendi, derimin en ince olduğu bölgem boyun kısmımdır. Kumlar boynuma çarptıkça canım çok yanıyor. İzin ver boynumu da sokayım.”

Bedevi buna da, “Peki!” der.

Fırtına daha da şiddetlenmiştir.

Deve bu kez iniltili bir sesle:

“Efendi ne olur, hörgücümü de çadıra sokmaya izin ver!”   

Bedevi, devenin bu isteğini de kerhen kabul eder. Deve çadıra girer. Ne var ki, bu defa da çadırda yer kalmamıştır. Bu duruma, Bedevi’den önce deve tepki gösterir:

“Efendi bu çadır ikimize birden dar geliyor. Sen dışarı çıkıp başının çaresine bakar mısın?” der.

Bedevi, gazeteciye dönerek:

“Biraz önce siz bana, “ Gerçek lider kimdir?” demiştiniz değil mi?” der ve devamla: “Şimdi cevap veriyorum:  Gerçek lider devenin başını bile çadırın içine sokmasına izin vermeyen, sahip olduğu egemenlik haklarını kimseyle paylaşmayan, buna yeltenen elleri kıracak olan kimsedir.”
Ünlü sözdür âlem bilir

Fazla taviz zarar verir.

 Ülkemizde yaşanan terör ve şiddetin mucitleri, ‘çözüm süreciyle’ gemi iyice azıya aldılar. Kobani’yi bahane ederek, yine sokakları savaş alanına çevirdiler. Saldırdılar, kan döktüler, yaktılar, yıktılar, kanun nizam tanımadılar. O kadar ileri gittiler ki, Kobani eylemlerini önlemek için terörist başı Abdullah Öcalan’dan devreye girmesi istendi. Eylemler,  cezaevindeki mahkûmun müdahalesiyle ‘serhildana’ yani ülke çapında bir ayaklanmaya dönüşmeden önlendi. Ne kadar hazin bir durum değil mi?

Abdullah Öcalan’ın HDP’lilere gönderdiği  8 ekim 2014 tarihli mesajın TBMM çatısı altında okunması,  durumun vahametini bütün çıplaklığı ile gözler önüne sermektedir.  

         Okuyalım görelim:


“Son Kobani IŞİD kuşatmasından kaynaklanan şehir olaylarının önünü almak için hükümetle temasa geçmeniz hayatiyet arz etmektedir. Aksi halde önü katliama açık provokasyona yol açmış olacağız. Taraflar dar çıkar bakışlı inatlaşmaları terk etme durumundadır. Bu ortamdan çözüm sürecini hızlandırmanın yolu başarınızla orantılıdır. Hükümetten seri adımlar beklemek çok önemli ve hakkımızdır. Başta çatışma durumunda kaldığımız STK’larla diyalogla çözme yöntemi önemlidir.
Bu konularda gerekli hassasiyet beklentisiyle, en kısa zamanda görüşmek dileğiyle. Abdullah Öcalan”
Bu durum, PKK’nın kat ettiği mesafenin göstergesi sayılmaz mı?  Aynı zamanda İmralı’da yatan mahkûmun karar mercii haline geldiğini göstermez mi?
Problemi görmemek, problemi çözmez; aksine yeni problemlere yol açar. Bu tavizlerin, ülkenin başına yeni felaketler getireceği göz ardı edilmemelidir.



6 Ekim 2014 Pazartesi

BAKIŞ AÇISI

Bakış açısı, insanların hayata ve olaylara baktıkları gözlüklerdir. İnsan, çevresine hangi mercekten, hangi çerçeveden veya hangi yükseklikten bakıyorsa öyle görür. Herkes, her şeyi bakış açısına göre algılar ve öyle karar verir. Kimse bakış açısını değiştirmeden, yani mevcut düşünce tarzının üzerine çıkmadan, zihniyetini değiştiremez. Bu yüzden toplumlarda zihniyet değişikliği yaratmak zordur, uzun yıllar alır.
Bir zamanlar insanlar, evrenin merkezinin dünya olduğuna inanıyorlardı. Ünlü Mısırlı astronot Batlamyus'a göre(M.S 85 -165) evrenin merkezi dünya idi. İnanlar da Batlamyus'un baktığı çerçeveden bakıyorlar ve böyle olduğuna inanıyorlardı. Bu bakış açısı,  Kopernik (Copernicus 1473-1543) zamanına kadar devam etti. Kopernik, "Evrenin merkezinin güneş olduğunu" söyledi. Yeni bir bakış açısı getirdi ve bunu bilimsel bir biçimde açıkladı. Bunun üzerine insanların dünyaya bakış açısı değişti. Ama evrenle ilgili zihniyetin değişmesi çok uzun zaman aldı; hatta yüzyıllar boyu pek çok insan eski bakış açısını terk edememiştir.
Ama artık günümüzde medya organları sayesinde iletişim ve etkileşim alanında baş döndürücü gelişmeler oldu. Televizyon kanallarından gazete köşelerinden yapılan telkin ve propagandalarla insanları etkileyerek, zihniyet değişikliği yaratmak kolaylaştı. Bu nedenle günümüz toplumlarında medya ön plana çıktı. Medya gücünü elline geçirenler, kendi doğrularını, kendi görüşlerini topluma pompalayarak, kamuoyunu istedikleri gibi yönlendirebiliyorlar.
Ülkenin varlığına, devletin birliğine ve milli değerlerine karşı çıkan bölücü çevreler, bu sahada çok büyük mesafeler kat ettiler. Tek yönlü telkin ve propagandalarla, gerçekleri çarpıtarak, kendi doğrularını tek doğruymuş gibi göstererek, insanların algılarını, değer yargılarını değiştirmeye, bu suretle toplumun dokusunu bozmaya çalıştılar. Nitekim bazı vatandaşların değer yargılarında inanılmaz farklılaşma yarattılar. Doğrularla eğriler, adeta yer değiştirdi. Mesela: 'Vatan', 'millet', 'bayrak' olguları, bugün herkeste aynı duyguları uyandırmıyor. Toplumda algı farklılıkları oluştu.  Ülkede değer yargıları tablosu, adeta ters yüz edildi. Artık milletin düne kadar uğrunda can verdiği Türk Bayrağı'nın gönderinden indirilmesi, yine canından aziz bildiği vatan toprakları üzerinde ayrı bir devlet kurma çabaları  kimsede  fazla rahatsızlık uyandırmıyor. "Servetim ve övüncüm Türklük 'ten başka bir şey değildir" diyen Atatürk'e karşı saldırılması, Atatürk büstlerinin kırılması, ateşe verilip yakılması ve Cumhuriyet'in temel ilkelerinin tartışılması, "Türk bayrağı değil, Türkiye bayrağı diyelim, Türk'üm demeyelim, Türkiyeliyim diyelim" "Türk olmaktan kurtulduk" gibi söylemler, toplum nezdinde eskisi kadar tepki çekmiyor. Bu eylemler, sıradan olaylar haline geldi.  
Ne hazindir ki bir kısım aydın çıkıyor, bu arızi değişimi, kamuoyuna 'Normalleşme' olarak sunabiliyor, tarihin yanlış tarafında saf bağlıyor. İnsanların bakış açısı, yani zihniyeti değişince,  buna bağlı olarak, değer yargıları da, normalleri de değişiyor.

İşte bu değişimler sonucunda, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da çöreklenen devlet karşıtı  'paralel bir yapı', kanun nizam tanımıyor. İsyan ediyor, devlete kafa tutuyor. Yol kontrolleri yapıyor, haraç topluyor, devlete ait okulları yakıp yıkıyor, kendi okullarını açabiliyor. Mühürlenen okulları, yeniden açacak kadar ileri gidebiliyor. Meclis'in çatısı altındaki bir milletvekili Meclis'in kürsüsüne çıkıp : "Ayrı dilde eğitim yapmanın, izinsiz okul açmanın gayet doğal olduğunu" söyleyebiliyor. 'Mali ve idari özerklik' talepleri gündemden hiç düşmüyor. Milletin varlığına, birliğine ve devletin üniter yapısına aleni saldırılıyor da yine de, bütün bunlar, toplumda, sıradan olaylar (vaka-ı adiye)  sayılıyor, yani normal olaylar gibi karşılanıyor.

Asıl şaşılacak taraf şu ki; bu kadar kısa zaman dilimi içinde, bu ne kadar büyük bir açı değişikliği, bu ne kadar hızlı algı operasyonu? Akıl alacak gibi değil; alınan mesafe korkunç! Toplum mühendisliği denilen şey bu olsa gerek.
Bu tehlikeli gelişmelerin, bazılarına göre normalleşme sayılsa da, ülkenin selameti açısından ilerde telafisi imkânsız sorunlara yol açacağı da bilinmelidir. Bugün yıkılan, çiğnenen ve tasfiye edilen milli duyguları, milli ve tarihi değerleri,  acaba yeniden ihya ve inşa etmek için kaç yıl gerekecek, hiç bunu düşünen var mı? 
Güneş tutulması olabilir, ay tutulması olabilir. Bunlar bir faciaya yol açmaz, bunların tehlikesi de yoktur. Lakin akıl tutulmasının kısa zamanda çaresi de yoktur, tedavisi de yoktur.