17 Temmuz 2011 Pazar

SEVGİYLE YAŞAMAK

SEVGİYLE YAŞAMAK

Hayat denilen kandile sevgi fitili gerek,
Yaşanır mı hayatta sevgiyi bilmeyerek.”
Fahri Yakar

İnsanların sadece fizyolojik ihtiyaçları yoktur. Sosyo- psikolojik ihtiyaçları da vardır. O da sevgidir. İnsan sevgiyle yaşarsa mutlu olur. Sevgi, insanları birbirine yaklaştıran, bir arada uyum ve ahenk içinde yaşatan sihirli bir duygudur.
Tüm hayat, sevgiden doğar. Sosyal hayat, sevgi üzerine kurulur.
Kimse, sevgiden uzak yaşayacak kadar güçlü değildir. En güçlü insanların bile sevgiye ihtiyaçları vardır. Zira insan, sevgiye ve ilgiye ihtiyaç duyacak şekilde yaratılmışr. Sadece mutlu olmanın değil, insanca yaşamanın ilk şartı da insanları sevmek ve onlar tarafından sevilmektir.
Sevgi, ilişkilere güzellik verir, hayata renk katar. Sevgisiz hayatın tadı tuzu olmaz. Hayata tadını tuzunu veren, onu yaşanmaya değer yapan ve anlamlı kılan en büyük etken sevgidir. Sevgi, küçük tohumları bir çiçeğe, bir meyveye dönüştüren verimli bir toprak gibidir. Sosyal hayatta insan olarak hepimizin ihtiyaç duyduğu, hoşgörü, tolerans, anlayış, müsamaha, yardımlaşma, dayanışma, sadakat, fedakârlık gibi sosyal hasletler, sevgiyle var olur ve sevgi içinde büyüyüp gelişirler.
Sevgi, insan ilişkilerinde duygulara yön veren, tavır ve davranış belirleyen çok önemli bir etkendir. Seven sevdiği insanda iyi olanı görür. Sevmeyen insan ise sevmediğinde beğenmediklerini görür. Sevene sevdiğini güzel gösteren sevginin varlığıdır. Seven insan, gözüyle değil ruhuyla görür. Onun için sevgiyle bakan güzel görür.
Sevgi, sevenlerin arasında uzanan bir gökkuşağı gibidir. pkı bir prizma gibi, ışıkları yedi renge ayırarak gösterir. Nasıl prizma olmadan renkler görülmezse, sevgi olmadan da güzellikler görünmez.
Zamanın padişahı, Mecnun’un Leyla’sı ile karşılaşınca merakını yenemeyip, sormuş:
-“Güzelliğiyle, Mecnun’un yüreğini yakan, onu deli divane edip, aşkından çöllere düşüren şu meşhur güzel yoksa sen misin? Eğer öyleyse, senin de öteki kadınlardan fazla bir farkın yokmuş...” demiş.
Bu söz üzerine çok incinen Leyla şunları söylemiş:
-“Sen Mecnun değilsin ki, bunu anlayabilesin... Leyla’nın yüzüne Mecnun’un gözüyle bakmak lazım...”
Bu anlamda bir atasözü vardır. Günlük yaşamda sıkça kullanılır:
Gönle giren her şey göze hoş gelir, gönülden çıkan da, göze hor gelir.”
Gönülde sevgi varsa kusurlar yok olur. Gönülde sevgi yoksa bütün kusurlar ortaya çıkar.
İncil’de: “Sevginin birçok günahı örttüğü “ söylenir.
Sevgi olmayan yerde ne hoşgörü olur, ne anlayış, ne de sosyal bir gelişme olur.
Sevgi, insanlar arasındaki havayı ısıtmaya yarayan bir klimadır. Sevgisiz yaşamak havadan ve oksijenden yoksun kalmak gibidir. Gönüllerden ve yüreklerden sevgiyi silerseniz sadece havadan ve oksijenden değil; dünyanın haz ve güzelliklerinden de yoksun kalmış olursunuz. Hatta daha iddialı olarak diyorum ki, sevgisiz yaşamak, güneşin, ayın, mehtabın, ağaçların, kuşların ve çiçeklerin farkına varmadan yaşamaktır.
Mutlu olmak için sevgiyle yaşamak gerekir.
Sevgi duygusunun insana sunduğu bu nimetlere rağmen, bir düşünelim bakalım, acaba yaşarken karşılıklı ilişkilerimizde sevgiden yeterince istifade edebiliyor muyuz?
Ben yanıtlayım: “Hayır, maalesef edemiyoruz.”
Çevremizdeki insanların pek çoğu sevgi yokluğu çekiyor. Birbirlerimize karşı sevgi ve hoşgörü duymadığımızdan dolayı hayatı birbirlerimize zorlaştırıyor, hatta cehenneme çeviriyoruz. İnsanlarla el ele vererek yaşamak yerine, onların elindekini ele geçirmenin yollarını arıyoruz. İnsanları sevip eşyaları kullanmak yerine eşyaları sevip insanları kullanmanın yollarını arıyoruz.
Sevgi yokluğu kanserli bir hücre gibi toplumda var olan anlayışı, toleransı, hoşgörüyü de kemirip yok ediyor. Bu yüzden günlük hayatta, insanlar arası ilişkilerde genellikle bir anlayışsızlık, bir hoşgörüsüzlük, bir nezaketsizlik; hatta bir hoyratlık hâkim. Kaşlar çatık, yüzler asık. Gülümsemek yok, tebessüm yok ve sinirler yay gibi gergin... Herkes canı burnunda, öfkesi tepesindeymiş gibi yaşıyor. Teşekkür yok, kadir kıymet bilmek yok, sadakat ve vefa hak getire…
Aynı mahalleyi bırakın, aynı apartmanda yaşayan insanlar arasında bile, ne bir ‘Merhaba’ ne bir ‘Günaydın’ ne de bir ‘Hal hatır sormak’ var. Bu durumda, böyle bir toplumda sosyal bir kaynaşma, barış, huzur ve mutluluk olabilir mi?
Gelin hayatı iyi ve mutlu yaşamak için sevginin sihirli gücünden daha çok yaralanalım. Yüreğimizde sevgiye daha çok yer ayıralım. Çevremize sevgi dalgaları gönderelim, sevgi köprüleri kuralım ve hatta sevgi limanları oluşturalım. Zaman zaman o limanları ziyaret ederek sevgiyi pekiştirelim. Yani kısaca sevgiyle yaşayalım. Etrafınızda sizi seven insanların olması yaşamınızı mutlu kılacaktır.
Çinliler birine beddua edecekleri zaman şöyle derlermiş: “Dilerim ki sevgiden uzak bir hayat yaşarsınız!”
İlgiyi, sevgiye, sevgiyi dostluğa dönüştürelim. Sevgiyle yaşayalım.
Bir gönülde sevgi yoksa o gönül, gönül olmaz. Bir insanda da gönül olmazsa, o insan, insan olmaz.
Ben insanlığın sadece bilgiyle değil; sevgiyle yükseleceğine inanıyorum.
İnsan olgunlaşmaz, kendini aşmadıkça,
Gönül gönüle yönelmez sevgiyle taşmadıkça.
Shirley Maclaine’nın bir sözünü yeri gelmişken burada kullanmak isterim: “ Sevgi, Tanrı tarafından, insanın ruhuna bahşedilmiş ilahi bir kıvılcımdır.” Bence her insana düşen şey, bu kıvılcımı tutuşturmak suretiyle hem kendini ısıtmak, hem kendi beden ruh ve iklimini başkalarına geçirmektir.
Sevgi duymadan yaşamak, bir insan için önemli bir yokluktur. Sevgi yokluğu, insanların akıl ve ruh sağlığını olumsuz yönde etkiler. Sevgisizlik içinde, insani değerler birer birer kaybolur. Sevgisiz insanın yüreği kararır, içini kin, nefret ve garaz kaplar. Bence dünyanın en fena ve tehlikeli insanı, yüreğinde sevgi olmayan insandır. 
FAHRİ YAKAR 
10.04.2011








ÖĞRENİM GÖRMEK

ÖĞRENİM GÖRMEK

Aynı malzemeden kimi saraylar yapar, kimi gecekondu, kimi apartman, kimi villa yapar. Oysa malzeme aynıdır.” G.H.Leves

İnsan, hayatını okullarda kazanır. Öğrenim görmek, hayat mücadelesinde her insana yardım eden çok gerekli bir süreçtir. Her çocuk, hayatını kazanmak, varlığını yükseltmek, başarıya ulaşmak, toplumda sosyal bir statü, mesleki bir formasyon kazanmak için okula gitmek, öğrenim yapmak zorundadır. Hayatın gerçeği budur.
Her yıl milyonlarca genç, bu maksatla okula giderek eğitim öğretim sürecine katılmaktadır. Yaşamın ilk yıllarında üzerinde güvenle yürünecek en doğru ve en emin yol, okul yoludur. Okullar, gençliğin hayata hazırlanması için gerekli donanımların kazandırıldığı örgün eğitim kurumlarıdır.
Öğrenciler, okula hayat boyu ihtiyacı olan bilgi, beceri ve yeteneği kazanmak için giderler.
Bilgi, ışıkr; ışık alamayan bir oda nasıl aydınlanmaz, loş kalırsa, bilgiden yoksun kalan bir beyin de loş kalır, yeterince aydınlanamaz. Akıl, akıllığını yapmak için bilgiye muhtaçtır. Akıl, bilgiyle gelişip ortaya çıkar. Düşünce hayatımızın ana malzemesi bilgidir. Öğrenmek, akla bilgi eklemektir, öğrenmemek aklın gelişimini dondurmaktır.
Bilgi, bütün hünerlerin başı, zihinlerin aşır.
Bir okur, John Dewey’e soruyor:
-“Edindiğiniz bilgilerin size ne faydası oluyor?”
J.Dewey şöyle yanıtlıyor:
-“Şu faydası var ki, dağlara tırmanmaya yarıyor.”
Okur, bu cümlelerdeki anlamı algılayamamış olmalı ki tekrar soruyor:
-“İyi de dağlara tırmanıp da ne olacak?”
Bu defa J.Dewey çok güzel bir benzetme ile yanıt veriyor:
-“Bir dağa tırmanmak öteki dağları görebilmemize yardım eder.”
Gerçekten de öyle değil mi? Öğrenim yapmak,pkı dağa tırmanmaya benzer. İnsanın öğrenim derecesi arttıkça zihin kapasitesi yükselir, zihin kapasitesi yükseldikçe de ufku genişler.
Sevgili gençler, demek oluyor ki gençlik çağı, insanın kendini yetiştirme ve geleceğe hazırlanma çağıdır. Bu çağ ömür boyu devam etmez, bilakis çok çabuk geçer. Bu çağın size bir şeyler kazandırmadan geçip gitmesine asla izin vermeyiniz. Okul hayatında yeterli çaba ve gayreti gösterenler, seçtikleri hedefe doğru emin adımlarla tırmanma şansını yakalarlar. Geleceğiniz büyük ölçüde öğrenim hayatında göstereceğiniz gayret ve çabanın miktarına bağlıdır. Her öğrenci, bu gerçeği görmek, bilmek ve geleceğini düşünüp ona göre çalışmak zorundadır.
Aynı zamanda gençlik çağı, öğrenme kabiliyetinin en üst düzeyde olduğu bir çağdır. Gençlik çağı, her insanın altın çağıdır. Bu çağda sorumluluklarını bilip çalışanlar istedikleri hedefe kolayca ulaşırlar; ama bugünlerini boşa geçirenler, heves ve arzularının peşinden koşanlar, yani zamanlarıboşa israf edenler, geleceklerini düşünmeden tehlikeye atmış olurlar.
Bu yüzden bu altın çağın size bir şey kazandırmadan akıp gitmesine meydan vermeyiniz! Varlığınızı altına çevirmek için bu çağı iyi değerlendirmelisiniz. Ömrünün ilkbaharında öğrenimini ihmal edenler, daha sonraki mevsimlerin fazla işe yarayacağını sanmasınlar.
Geleceğinizi kazanmak, sizden başka kimsenin asıl görev değildir.
Fahri YAKAR
10.04. 2011

HUY GÜZELLİĞİ

İNSANI SEVDİREN HUYUDUR

Güzel yüzlü olmak, bir kez şanslı olmaksa,
Güzel huylu olmak iki kez daha fazla şanslı olmaktır.” Fahri Yakar
Dış güzellik, tıpkı aydınlığa benzer, parıltısı çok uzaklardan fark edilir, ilgi çeker; ama dış güzelliğin sürekliliği yoktur. Yüzü güzel olana birkaç günde doyulur; ama huyu güzel olana 40 yılda doyulmaz. Bu yüzden “İnsanı sevdiren huyudur” denilmiştir. Kötü huylar, fena alışkanlıklar, kusurlu tavırlar dış güzelliği çabucak örter. Bu konuda, bu toprağın insanları kubbe gibi sözler etmişler:
Seviştiler, evlendiler ama muvakkaten,
Sevda sükûtu başladı üç hafta geçmeden” demişler.
Kötü huylu biriyle beraber yaşamak, kışın çetin şartlarına katlanmaktan daha zordur. Onun için halk arasında derler ki:
Sevda geçer yalan olur,
Sonra sokar yılan olur,”
Konuyla ilgili olarak meslek hayatımdan ilginç bir anımı sunmak isterim:
Bir defasında özel bir okulu ziyarete gitmiştim Biz içerde iken kapı açıldı, içeriye bir bayan girdi. Aman Yarabbi! İnsan bu kadar mı çirkin olur. Hatta buna sadece çirkin demek yetmezdi, kelimenin tam manasıyla korkunçtu. Omuzlarının üzerinde, birbiriyle mütenasip olmayan yüz hatlarından oluşmuş hilkat garibesi kocaman bir kafa taşıyordu. Bayanın yüzüne bakanın yüzü allak bullak oluyordu. Demek ki sadece güzellik değil, çirkinlik de bakanın gözlerini kamaşrıyormuş. Gözlerim kamaştığından kafamı başka tarafa çevirmek zorunda kaldığımı hatırlıyorum. Bayan, Müdür Bey’le görüşmesini bitirip odadan çıkınca ben merakımı yenemedim sordum:
-“Müdür bey, bu çıkan neyin nesidir?
Müdür Bey:
-“Okulumuzda öğretmendir” dedi.
Şaşkınlığım daha da artmıştı. Devamla:
-Nasıl olur? Öğrenciler bundan korkmuyorlar mı? Gece rüyalarına girmez mi? Kitaplarda geçen Gulyabani bir gibi bir şey. Belki fazlası var eksiği yok.
Müdür Bey, onun çok iyi bir insan ve sevilen bir öğretmen olduğunu belirterek şöyle dedi:
-“Bu öğretmenin kafasında kemik büyümesi var. Onun için yüz hatları böyle anormal gelişmiş. Sonradan ortaya çıkan bir çeşit hastalık onu bu hale sokmuş. Bu görüntüsünden dolayı öğretim yılının başında kimse o öğretmeninnıfına gitmek istemiyor. Sınıfına verilen öğrenciler de ilk hafta gerçekten korkarak istemeye, istemeye zoraki geliyorlar. Biz onlara, ‘Bir hafta sonra sınıflarını değiştireceğimizi’ söylüyoruz. Öyle ikna ediyoruz. Ama bir hafta geçtikten sonra da öğrenciler ona alışıyorlar, bir daha ayrılmak istemiyorlar. Öğrenciler kadar veliler de memnun kalıyorlar. Kalp gönül kırmaz, kimseyi incitmez, çevresine son derece nazik ve saygılı davranır. İnanmayacaksınız ama okulumuzun en gözde, en itibarlı öğretmeni odur diyebilirim.”
Bunun üzerine dudaklarımdan şu sözler döküldü:
Demek ki dış görüntü ne kadar bozuk ve kusurlu olursa olsun, huy güzelliği insanın dış kusurlarını sa zamanda kapatabiliyor. Güzel yüzlü olmak birinci kez şanslı olmaktır; ama güzel huylu olmak ondan iki kez daha fazla şanslı olmaktır.
İnsanı asıl güzelleştiren özdür, ilişkileri güzelleştiren de güzel sözdür. Asıl güzellik, ruhtan bedene yayılan güzelliktir. İçi virane olan birinin dışının mamur olması neye yarar ki?
Bu bakımdan sadece dış güzellik insana yetmez, insanın içinin de güzel olması gerekir. er şu insanlar, güzel görünmek için gösterdikleri çabayı, huy güzelliği için de gösterebilselerdi, o zaman dünya hayatı daha güzel olurdu değil mi?
Fahri Yakar
21.05.2011