11 Ağustos 2011 Perşembe

BİR SİZ ANLAYAMADINIZ


BİR SİZ ANLAYAMADINIZ

"İnsanlık idealinin yüksek hadimi, eşsiz  kahraman   Atatürk! Vatan sana minnettardır."                      İsmet İnönü
Bir toplumun önüne düşüp onu sevk ve idare eden, ona yol ve istikamet gösteren, toplumun geleceğini aydınlatan büyük önderlere lider denir. Liderlerde, üstün bir irade gücü, etkileme kabiliyeti, hiçbir şeye boyun eğmeyen bir azim ve kararlılık vardır. Liderler, halk üzerinde büyüye benzeyen bir etki, bir güven ve hayranlık uyandırırlar. Böyle oldukları içindir ki toplumları peşlerine takıp sürükleyiverirler.
Ünlü Fransız yazar Samuel Smiles büyük liderler için şöyle diyor: " Büyük bir adamın hayatı, insan enerjisinin dayanıklı bir anıtı olarak kalmaktadır.  O insan ölür ve yok olur; ama onun düşünceleri ve davranışları, yaşayan nesiller üzerinden silinmez bir damga olarak kalır. Böylece onun manevi varlığı devamlı olarak hafızalarda yer eder. Düşünce ve iradeye vücut vererek gelecek nesillerin karakterinin oluşumuna yardımcı olur.   Büyük insanlar, bir tepenin üzerine konmuş ışıklara benzerler; onların manevi varlıklarının ışığı gelecek kuşakları aydınlatmaya devam eder. Büyük liderler, millet hayatında devir açan kimselerdir. Büyük adamlar,  yaşadıkları döneme ve mensup olduğu millete fikirlerinin damgasını vururlar." 
Her ülkenin sevip saydığı, hürmet ettiği bir lideri, bir önderi vardır. Mesela: ABD'nin kurucusu J. Washington,  Amerika'nın en büyük lideridir. 
1798'de Fransızların Birleşik Amerika Devletine savaş açma ihtimali vardı. O zaman ABD'nin Başkanı Adams'dı. Başkan Adams, Eski Cumhurbaşkanı Washington'a bir mektup yazar. Mektupta şöyle der: "Eğer izin verirseniz sizin isminizden yararlanmak istiyoruz. Sizin isminiz bir ordudan daha etkilidir."
Washington, bu mektup üzerine, Başkomutanlığı üzerine almayı kabul eder. Bu olay ordu üzerinde müthiş bir moral etkisi yaratır. Gözlemciler, bu olay üzerine  'gerçekten ordunun gücünün bir anda iki katına çıktığını ve başarıya ulaşıldığını' rivayet ederler.
Yine Napolyon'un tek başına bir orduya bedel olduğu söylenir. 
Savaşta esir düşmüş bir Fransız generaline soruyorlar:
"Napolyon'a karşı nasıl hareket etmeliyiz?"
General şöyle diyor:
"Size şunu söylemeliyim ki,  Napolyon'a karşı askeri kural diye bir şey yoktur. Strateji, taktik, tabiye... Bunların hiçbirisi söz konusu değildir."
"Peki, ne var ya?"
"Napolyon'un bulunmadığı yere hücum edeceksiniz! Onun bulunduğu yerde bir manga asker olsa da, gene siz mağlup olursunuz."
Nitekim tarih kitapları, Napolyon'un üzerine sürülen bir orduyu, yanındaki birkaç askerle teslim alıp Paris'e öyle girdiğini yazar. 
Addison,  Sezar için şöyle diyor: " Alpler ve Preneler, Sezar'ın önünde diz çökerdi."
Platon'un liderler hakkında bir sözü vardır: "Allah, yaratırken önder olacakların mayasına altın katmıştır."
Bu sözde bir doğruluk payı olsa gerek.
Bizim tarih sahnemizden de çok büyük liderler gelip geçmiştir. Bunlar arasında sadece ülkenin kaderini değil dünyanın gidişatını değiştiren, çağ açıp ve çağ kapayan çok büyük liderler vardır. Atilla, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni bunların başında gelir. Cumhuriyet Tarihi'nde en büyük liderimiz ise Atatürk'tür. 
İngilizlerin ünlü Başbakanlarından Churchill, İngiliz İmparatorluğu'na Çanakkale'de diz çökerken adam olarak gördüğü Atatürk hakkında şöyle demişti: "İnsanlık tarihi yüz yılda bir dahi yetiştirir. Şu talihsizliğe bakın ki, o dahi bugün Türklere nasip olmuştur."
Belçikalı bir yazar Atatürk için şöyle demişti:
"Atatürk'ü Allah'a borçlusunuz. Bugün sahip olduğunuz ne varsa onları da Atatürk'e borçlusunuz."
Atatürk hakkında bir Fransız gazetesi şöyle yazmıştı: "Atatürk'ün bir kurtarıcı olduğunu Türkler asla unutmayacaktır."
Türkiye, modern bir cumhuriyet haline gelmişse bu Atatürk'ün yılmaz çabaları sayesinde olmuştur. Türkiye, içeriden ve dışarıdan yapılan bunca saldırılara ve ihanetlere rağmen hala ayakta ve dimdik duruyorsa bu, yine bu Atatürk'ün ülkeye kazandırdığı değerlerin sağlam ve dayanıklı olmasındandır.  
Yirminci yüzyılda yeryüzüne onun kadar güçlü bir lider henüz ayak basmamıştır. Bütün dünya basını, Atatürk için "20. yüzyılın gerçeğini yaratan lider"  tabirini kullanmaktadır.
Atatürk, 20. yüzyıla damgasını vuran büyük bir liderdir. 
Amerika'da tanınmış profesörler arasında, 'Dünyanın en büyük dâhisi kimdir?' diye bir anket düzenleniyor. Ankette en çok oyu Edison'la, Mustafa Kemal'in aldığı görülüyor.
Ama bugün bu ülkede bazı aydınlar, Atatürk'ün bu milletin kurtuluşu için yaptıklarını anlamsız hale getirmeye çalışıyorlar. Tüm dünyanın önünde saygıyla eğildiği, milletimizin baş tacı ettiği Atatürk'ü, sıradan bir gibi göstermeye, Atatürk'ün imajını gölgelemeye çalışıyorlar. Bunu yabancılar yapsa gam yemem, ama bu milletin içinden yetişen kimi sözde aydınlar yapınca, insan üzülüyor, söyleyecek söz bulamıyor. Herkes şunu bilsin ki Atatürk, sıradan biri değil; farklı biridir. Atatürk sadece bir dahi değil; aynı zamanda bir kahramandır. Falih Rıfkı Atay'ın dediği gibi: "Atatürk, Erzurum'dan İzmir'e bir elinde silah bir elinde idam sehpası ile gelmiş" bir kahramandır.  
Atatürk ölümünden bir yıl önce sanki ileride olacakları görmüş ve şöyle demişti: "… Bir zaman gelir, beni unutmak ve unutturmak isteyen gayretler belirebilir… Fikirlerimi inkâr edenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar benim bildiğim ve inandıklarım arasından bile çıkabilir. Fakat ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidirler ki bu fikirler Hint'ten ve Mısır'dan döner gelir verimli neticeleri yürekleri doldurur…"
Bütün dünya Atatürk'ü anladı da şu bizdeki önyargılı bazı aydınlar, Atatürk'ü bir türlü doğru algılayamadılar. Ama gam değil, bu ülkede vatan, millet ve bayrak sevgisi yaşadıkça Atatürk, bu milletin bağrında ilelebet payidar olacaktır. 

Fahri YAKAR
                        15. 05. 2011

İNSANLIK BİLİNCİ





İNSANLIK BİLİNCİ
"Dünyanın bin bir türlü hali var; 
Yılanın    zehri,  arının da balı var." 
Fahri Yakar
Bilindiği gibi, hayvanlar âleminde sürekli bir saldırganlık hali vardır. Hayvanlar,  biri diğerini yok ederek var olmaya çalışırlar. Zira onların hayatta kalabilmek için fazla seçenekleri yoktur. Hayvanlarda akıl olmadığından onlar,   içgüdüleriyle hareket ederler. Bu yüzden kırıcı, yıkıcı ve saldırgan olduğunu bilmemek, sadece hayvanlara mahsus bir haktır. Ama insan olanların böyle bir hakkı yoktur. Zira insana içgüdüleri yanında bir akıl, bir mantık ve bunlara bağlı olarak gelişen bir de sağduyu yetisi verilmiştir. Akıl, bilinmeyenleri öğrenme yeteneğidir.
İnsanın aklı, büyük ölçüde, sahip olduğu bilginin miktarına bağlıdır. Bilginin miktarı arttıkça, insanın ufku da artar. Bilgi, insana ufuk zenginliği kazandırır. Bilgi, bütün zihinlerin aşı, bütün yeteneklerin başıdır. 
İnsan, kendi cehlini, içgüdülerini, kendi sığlığını ancak bilgi ile aşar. Ancak kendini aşan insanlar, içgüdülerden uzaklaşıp insanlık bilinciyle hareket etmeyi başarırlar. 
Kendini aşmamış insanları ise, genellikle menfaat duygusu, öne geçme, baş olma, daha çok kazanma, ele geçirme isteği yönetir. İçgüdülerini aşamamış insanlar, sosyal hayatta var oldukça, sosyal hayatta fenalığın önünü almak mümkün değildir.  
Bu durum, aşağıdaki dörtlükte çok veciz bir biçimde dile getirilmiştir:
"Bu dünya keşmekeşi
Dört şeye oldu bina,
Ben yiyeyim sen yeme,
Ben iyiyim sen fena."
Bir devlet başkanı halkına seslenirken şöyle demişti: "Ey halkım, kendinize ev yapıyorum diye başkalarının evini başına yıkmaya kalkışmayın! Bunu, kendi çaba ve gayretlerinizle yapmaya çalışın!"(*) 
Yüce yaratan, her insanın beynine ve vicdanına doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, hayrı şerden ayıran çizgiyi çizmiştir; ama ne var ki, bilgi eksikliği, benlik ve çıkar duygusu, öne geçme, ele geçirme ve kazanma hırsı vb. içgüdüler, bu çizginin yerinden oynamasına neden olabiliyor.
Bu durumu Yüce Mevlâna bu durumu, "Bir şeye karşı aşırı hırs ve istek, insanı öteki şeylere karşı kör ve sağır kılar" diye açıklamıştır.
Kur'an-ı Kerim'de:
"İnsanın içi, insanı kötülüğe sevk eder"  mealindeki ayet de işte insanlığın bu halini ifade etmektedir. 
Bu yüzdendir ki: Kur'an-ı Kerim'de insanlara okumaları gerektiği hatırlatılarak:"Okuyun!" diye buyrulmuştur.   
İnsanın iyiye, doğruya ve güzele yönelmesi, kendini bilmesi, aklın bilgiye ermesiyle ve insanlık bilincine ulaşmasıyla gerçekleşir. Hani halk arasında derler ya: "Adam olmak, kendini bilmekle başlar."  Bu söz, sanki bunun için söylenmiştir.
Hz. Muhammed: "En büyük cihadın insanın kendi nefsine karşı yapacağı cihattır" demiştir. 
Nefsini yenemeyen, cehlini bilgiyle gideremeyen bir insan, hırs ve öfkesinin zebunu olur. Hırs ve öfkeye kapılan insan ise yaratılmışların en azgını haline gelebilir.
Günlük hayatta, gazete haberlerine yansıyan dehşetli olaylar, kendi hırslarını ve öfkelerini yenemeyen insanların ne kadar vahşileşebileceklerini gözler önüne sermektedir:  
Gazete sayfalarında okuyoruz:
"Bir anne, sürekli ağlayan bebeğini öldürüp banyoya gömdü."
"Cinnet geçiren bir emniyet müdür yardımcısı karısını ve iki çocuğunu öldürdü, ardından intihar etti."
"Kolundaki bilezikleri almak için bir kadını boğarak öldürdüler."
"Bir iş yeri patronu ayaklarından ve kollarından yatağa bağladığı 14 yaşındaki bir kızın tırnaklarını söktü, çekiçle parmaklarını ezdi."
"Öldürülüp çöp bidonuna atılan 13  yaşındaki kız, son yolculuğuna uğurlandı."
"Fidye almak için üç aylık bebeği kaçırıp sonra da onu çöpe attılar." Vesaire... vesaire... Bu tür haberler her gün gazetelerde boy boy çıkıyor.
Bu canavarlıkların hiç insanlıkla, akılla, mantıkla, insanlık bilinci ile bağdaşan tarafı var mıdır? 
Hayatta insan gibi yaşamak varken, bu ilkellik, bu gözü dönmüşlük, bu öfke,  bu vahşet nedendir? Hayatın güzel olması için, önce insanların iyi olması gerekir.
Japonya'nın Başkenti Tokyo'daki Ueno Hayvanat Bahçesi Müdürü Masoru Saito, hayvanat bahçesinin insan eğitimi üzerindeki etkisini göstermek amacıyla, kendisini kafese kapatıp, bir saat süreyle teşhir etmiştir. M. Saito, hayvanat bahçesindeki hayvanların korkunç görünüşlerine karşı, dünyada en vahşi varlığın insan olduğunu ileri sürmüştür. M. Saito'ya göre; "Hayvanlar yalnızca beslenmek için avlanırlar. İnsanlar ise birbirlerine üstünlük kurmak için zarar vermektedirler. Bu duruma göre, insan ırkı, hayvandan daha vahşi olabilmektedir."
Kanada'da en büyük hayvanat bahçesinin çıkış kapısı üzerinde, bir endam aynasının altında şöyle bir ibarenin yazılı olduğu söylenir:
"Şu anda karşınızda dünyanın en vahşi varlığını görüyorsunuz."
Hayatta meydana gelen sosyal fenalıklara bakınca, M. Saito'ya hak vermemek elde değil… 
İnsanlar; ancak aklın, mantığın ve vicdanının çizdiği yoldan giderek ve insanca davranmak suretiyle insan kalabilirler. Aksi halde hayvanlar alemindeki gibi ne dava biter, ne de kavga... 
Ve şairler yazarlar, bu yüzden insanlardan yakınıp durmuşlardır:
"Bu mudur "insan" dediğin?
"Şerefli"  varlık bu mudur? 
  Sen buna insan diyorsan,
  Beni hayvan yap ne olur!"  Ömer Hayyam
                     ***
"Kimse ziyaret etmesin kabrimi!
 Gelmesin, reddeylerim billâh öz gardaşımı!
 Zira gözlerim insanoğlundan o kadar yıldı ki,
  İstemem tek Fatiha, yeter ki çalmasınlar mezar taşımı!" Şair Eşref
***
 Yine bir başka şair:
 "Bugünün zevki ayrıdır dünden,
  Şimdi insan da başka bir yaratık.
  Akıyor sözlerinden, üzerinden
  Anadan doğma bir utanmazlık."(3) Ozansoy
***
 "Yemeye niyetlendiği kurbanlarını, yiyinceye kadar dost kalabilen yegane hayvan insandır." 
    S. Butler 
Yazıyı, Pat Mesiti'in bir cümlesiyle tamamlayalım: "İnsan olmak, insandan, insan olarak doğmaktan, daha fazla şeyler ister." 
 İstenen o şey nedir mi?  
"Yüksek bir insanlık bilincidir."

Fahri Yakar
01.12.2010
_____
(*)A. Lincoln








ALBÜMDEKİ RESİM

ALBÜMDEKİ RESİM

Sende yok o eski hava,
Hazan düşmüş rengine,
Sevenler mi üzdüler,
Sen mi küstün kendine?
**
Sesinde hiç neşe yok,
Sönmüş sanki güllerin,
Bakışın da değişmiş,
Süzgün göz bebeklerin.
**
Tavrında izleri var,
Sonbaharlı günlerin.
Çizgilerin değişmiş,
Solgun yüzün ellerin.
**
Gözümde canlandı da,
O eski günler yine,
Benzemiyor bu halin,
Albümdeki resmine!
**
Takıldı da gözlerim,
Feri kaçmış gözüne,
Çizgiler çöküvermiş,
Gölgelenen yüzüne.

Fahri Yakar




























ANADOLU İNSANI VE ŞİİR


      
        "İnsan kamışa benzer; içi oyulmadıkça ötmez."
     Hz. Mevlana
Anadolu insanı, savaşlardan, hastalıklardan ve yoksulluktan çok çekmiştir. Aç kalmış, açık kalmış; çaresizliğin ve perişanlığın her çeşidiyle tanışmıştır. Bu yüzden Anadolu insanın içi oyuk derdi büyüktür. Derdini kederini içine akıtmıştır. İçindekileri söze, sözünü de manilere, türkülere dökmüştür.
Çok iyi hatırlıyorum, çocukluk yıllarında anam rahmetli,  önümüze yavan yaşık bir şeyler koyar, çaresizliğe ve yoksulluğa karşı güya bizi avutmak için de bize şöyle derdi:
"Zengin yer baklava sütlaç,
Fakir yer, yavan ovmaç;
Sabahleyin kalkınca,
Zengin de aç, fakir de aç."
Ya da önümüze konan yemeğe birimiz itiraz edecek olsa, laf ağzında hazırdı:
 "Neler yemedi ki bu diş,
Ne altın oldu ne gümüş"  derdi.
İşleri yetiştirmediği zaman babam kızdığında babama:
"Ağır yaparım narin yaparım,
Birazını da yarın yaparım" derdi. Babamın hırsı inerdi.
Öğrencilik yıllarımda şehir merkezinde okuyordum. Tatillerde köye gidiyordum. Bir keresinde köyde teyzemin ziyaretine gitmiştim. Felç inmiş eli ayağı tutmuyordu. Onu öylece çaresizlik içinde yatakta görünce hatırını sordum, bana şu dizeyi söyledi:
 "Tandır tava geldi, hamur tükendi,
İşler yola girdi, ömür tükendi..." 
Bu deyiş çok hoşuma gitmişti. Bir insan duygularını ancak bu kadar mükemmel anlatabilirdi. Üstelik annemin de teyzemin de okuması yazması yoktu.
Bu millet çobanından padişahına kadar şiire tutkundur.
Bir çoban, dört mevsimde tepesinden karı hiç eksik olmayan Erciyes dağının tepelerine bakmış bakmış şöyle demiş: 
"Dağlar siz ne karlı dağlarsınız,
Kardan kemer bağlarsınız.
Dert sizde derman sizde,
Siz ne der de ağlarsınız?"
Behçet Kemal Çağlar, bir radyo programında anlatmıştı: "Ankara Numune Hastanesinde yatarken, Sarıkamışlı bir hasta, Ünlü şairin yanına gelir ve şairden bir mektup yazmasını rica eder. Hasta, mektuba aşağıdaki dizeleri yazdırır:
"Hasta oldum gurbet ilde yatarım,
Mezarımı ellerimle kazarım.
Eğer mektup kamış ile yazılsa,
Sarıkamış'ı kamış yapar, yazarım."
B. Rahmi Eyuboğlu ne güzel söylemiş:

Zifiri karanlık da olsa
Şiirin hasını ayak sesinden tanırım,
Nerede bir halk türküsü görsem,
Şairliğimden utanırım...
Doğru değil mi?
Yine bir Anadolu kadını, gurbette olan ve kaç yıldır bir türlü dönmek bilmeyen eşine söyleyeceklerini tek bir dörtlüğün kalıpları içine sığdırmıştır:
"Akçadağ'da karı buza döndürme,
Yaktın yüreğimi köze döndürme,
Demişsin ki ilkbaharda gelirim,
Mevla'yı seversen güze döndürme!"
Bir başka Anadolu kadını, iş için İstanbul'a gidip de, yıllardır geri dönmeyen eşine şöyle sitem eder:
"Ahiret'te İstanbul yok ki kaçasın,
Yalan gerçek defterini açasın.
Galata Köprüsü sanıp sıratı,
Başın döne, cehenneme uçasın!"
Bizde yalnızca Anadolu insanı değil, Padişahlar, Sadrazamlar da şiir geleneğe uymuşlardır. Ancak, Saray çevresi, söyleyeceklerini Aruz kalıpları içine sokarak söylemeyi tercih etmiştir.
Kanuni'nin sağlık konusunda söylediği beyit ne kadar meşhur ve ihtişamlıdır:
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi."
Yine Yavuz Sultan Selim, Ridaniye savaşına giderken, Amik Ovasında, Asi Nehri üzerindeki köprünün yıkılması üzerine, yüzlerce askerin suya düşerek boğulması karşısında söylediği darbı mesel çok ünlüdür:
"Geçme namert köprüsünden ko aparsın su seni
Yatma tilki gölgesinde, varsın yesin aslan seni."
Türkü bilmeyen bizi anlayamaz. Anadolu insanını en iyi türküler anlatır.
Bu konuda bin bir örnek vardır. 
B. Rahmi Eyüboğlu'nun dizelerini de unutmayalım: 
" Ah bu türküler,
Türkülerimiz...
Ana sütü gibi  candan
Ana sütü gibi temiz.
Türküler, tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler, köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi.
"Ne düzeni belli ne yazanı
Altlarında imza yok ama
İçlerinde yürek var."
Bu kadar türküden sonra biz de bir dörtlükle yazımızı bağlayalım:

Ne mutlu ki hep Türk'üz
Şan ve şeref yükümüz.
Dünya âlem durdukça 
Söylenecek türkümüz.

Fahri Yakar
23. 05. 2011
Beylikdüzü

                   


ANLAYIŞ ve HOŞGÖRÜ KÜLTÜRÜ


 "Herkesin anlayış dereceleri farklıdır. Benim sana anlatacaklarım, ancak senin anlayabileceğin kadardır." Hz. Mevlana
İnsanlar arası ilişkilerde anlayış kültürünün varlığı çok gereklidir. Zira anlayış kültürünün varlığı, toplumda hoşgörü, barış, huzur ve mutluluk için çok gereklidir. İlişkilerde duygulara hoşgörü, esneklik ve kalite katar. Anlayış kültürünün yokluğu ise iletişimin önünü tıkar.
Sosyal hayatta dostlukları, arkadaşlıkları bozan, ilişkileri koparan, kavgalara yol açan, dargınlıklara, kırgınlıklara neden olan,  insanlar arasına kapanmaz mesafeler koyan çoğu zaman anlayış yokluğudur. İlişkiler, dostluklar, arkadaşlıklar, sevgi yokluğundan değil; daha çok anlayış yokluğundan bozulur. Esasen anlayış yokluğu, ilişkilerin önündeki en büyük engeldir. Anlayışsız birine laf anlatmak, kubbede ceviz durdurmak kadar zordur.
Hayatı zorlaştıran etkenlerden biri de hiç kuşkusuz anlayış yokluğudur. Hayatta başımız anlayışsız insanlar yüzünden derde girer, anlayışsız insanlar yüzünden sıkıntı çekeriz.
Anlayışlı insanla ilişki kurmak iyilik nedeni olur, anlayışsız insanlarla ilişki kurmak ise kötülük nedeni olur. Bu bakımdan atalar kubbe gibi laflar etmişler.
"Anlayışsız insanla edilmez ülfet
Başına açarlar bir yığın külfet"
Sosyal hayatta insanlar anlayışlarına göre iki kategoriye ayrılır: Hayatı etrafına kolaylaştıranlar, hayatı etrafına zorlaştıranlar.  
Bir insanı değerli kılan anlayış kapasitesidir. Anlayış, bir insan için yüksek erdemlerden sayılır. Bu da daha çok eğitimle, sosyal ve kültürel donanımla kazanılır. Hayatta herkes aynı gök kubbenin altında yaşar; ama ufukları aynı değildir, farklı farklıdır. Bir vadinin içinde yaşayan bir insanın ufku ile bir tepenin üzerinde yaşayan insanın ufku aynı değildir. Kimse, düşüncesinden uzağı göremez, düşüncesinden büyük düşünemez. İnsanın ufku düşünce kapasitesinin imkânlarına bağlıdır.   
Anlayışsız insanla ilişki kurmak akortsuz bir sazla şarkı söylemeye benzer, çok geçmeden uyum bozulur. 
Anlayışsız bir insan sığ bir su gibidir; çabuk donar, çabuk bulanır. Anlayışlı insanlar ise, büyük ırmaklara benzerler; ne donar ne bulanırlar. Makbul olan donmadan ve bulanmadan akabilmektir.

 

Bu konuyu örnekle ışıklandıralım: Kadın hareketlerinin ilk nüvesini atan Stanton anlatıyor:
"On bir yaşında idim. Tek bir erkek kardeşim vardı, o da öldü. Babam baş ucunda ağlıyordu. Perişan olmuştu. Tüm umutlarının onunla birlikte yok olduğuna inanıyordu. Ben o anda kendi  kendime  karar verdim.  Çok çalışacak, tüm derslerimde birinci olacak, babamı mutlu edecektim. Böylece  ona kaybını unutturacaktım. Sonunda okulda iki ödülden birini almayı başardım. " Şimdi" diyordum, kendi kendime, " babam benimle  nasıl gurur duyacak!" Oysa babam  benim usulca alnımdan öptü.  Sonra  da,  içini çekerek  ' Ah!..' dedi.  Sen erkek olmalıymışsın!"
İnsan olmanın ön şartlarından biri de hiç kuşkusuz anlayışlı olmaktır.
BEN AYNAYIM

İnsanın kötülüğü içindedir. İnsan o kötülükten kurtulamaz." Lucretius

Takındıkları tutum ve hareket tarzına bakarak insanları iyimserler ve kötümserler olmak üzere iki kategoriye ayırmak mümkündür. İyimserlerin tabiatı iyiliğe meyyaldir. İyimserler hayata ve olaylara bakış tarzları olumludur. İyimserler, hem kendilerinin hem de başkalarının iyi olmasını isterler. Sorun yaratmak istemezler. Her şeyi iyi tarafından görürler. Aklın ve mantığın izinden giderler, iyi düşünmeye, güzel söylemeye ve doruyu yapmaya çalışırlar. Kısaca olduğu gibi görünürler, göründüğü gibi olurlar.

Kötümserler ise, menfi düşünürler, her şeye fena tarafından bakarlar, her şeyi altında  kötülük ararlar. Etrafa kötülük tohumları saçarlar, herkese şüphe ile bakarlar. Bunların nazarında, herkes hilekârdır, hırsızdır ve kötüdür. Zihinlerinde sürekli bir paranoya hali mevcuttur. Bu hal, zihnin normal işleyiş düzenini bozduğundan kötümserler, gelişigüzel şüphe ve iddialarla toplumda iş yapan insanların şevkini kırarlar. Bunlar, genetiği bozulmuş GE-DO'lu ürünler gibi topluma zarar verirler. Bunların başlıca sermayeleri dedi-kodudur. Bozgunluğun, bezginliğin ve huzursuzluğun kaynağı bu tip paranoyak tiplerdir. Bunların içinde kendilerine yaptıklarının yanlış olduğunu söyleyen bir taraf olmadığından kendilerini bir türlü düzeltemezler. Başkalarını kötü gösterdikleri oranda kendilerinin çevrede iyi görüneceğini zannederler. Böylelerinin şerrinden emin olmak için onlardan uzak durmak gerekir. İslam Tarihinden bir örnek vererek konuyu biraz ışıklandıralım: 

İslam'ın doğuş yıllarında Hazreti Peygamber'i ziyaret eden bir müşrik, görüşme sona erdikten sonra Peygamber Efendimizin huzurundan dışarı çıkarken: "Ne kadar çirkin yüzlü biri?" diye seslenmiş. Biraz sonra ziyaretten çıkan bir başka  Mekke'li tam tersini söylemiş: "Ne kadar nurani bir yüzü var?" demiş. Bu sözleri duyan bir sahabe, duydukları karşısında hayrete düşerek Peygamber Efendi'mize bunun sebebini sormuş. Peygamber buna yorum getirerek şöyle demiş: "Ben aynayım. Bana bakan kendini görür!" 

Şu bir gerçektir ki ayna her insanın elinde güzel göstermez. Aynaya bakan kendisini görür. İnsan nasıl bakıyorsa öyle görür. Kem gözden güzel bakış hasıl olmaz.  Kendisi erdemli olmayan bir kimse, başkalarının da öyle olduğunu zanneder.

Rivayet olunur ki: Mısır prensi M. Fazıl Paşa, bir gün Padişah Abdülaziz'e Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa'yı çekiştirerek Fuat Paşa'nın icatları hakkında ileri geri bir takım sözler söylemiş. Padişah Abdülaziz, daha sonra Fazıl Paşa'nın bu iddialarını bir görüşme esnasında Sadrazam Fuat Paşa'ya iletmiş. 
Padişahı sükunet içinde dinleyen Fuat Paşa, şöyle söylemiş: "Devletli Hünkarım, Allah, herkese iki göz ihsan emiştir, biri iyiliği görmek, diğeri de kötülüğü görmek içindir. Malumunuz olduğu üzere Fazıl Paşa'nın iyiliği görmeye yarayan gözü kör olduğu için o hep diğer gözü ile görmektedir. Bundan dolayı hep fena görmektedir." 


Güzel bakmayan güzel göremez. 
       Fahri Yakar
2. 07. 2011












TIYNET FARKI

TIYNET FARKI

"Tıyneti farklı olanlarda imtizaç olmaz,
Bülbül kargaya, karga bülbüle ihtiyaç duymaz."(*)

Sosyal yaşamda, varlığı genelde herkesçe kabul edilen bir takım kurallar vardır. Bu kurallar doğrultusunda belli şeyler yaptığınız zaman belli sonuçlar alacağınızı sanırsınız. Mesela karşınızdakine iyi muamele gösterince, iyi muamele göreceğinizi, sevgi gösterince sevileceğinizi sanırsınız değil mi? Böyle olduğunu zannedenler çoğu zaman yanılır. Zira iyi niyetli olmak,  sevgi göstermek veya iyilik yapmak her insanda aynı sonucu vermez. İnsanlar farklı hamurlardan, farklı malzemeden yaratılmışlar, farklı iklim ve ortamlarda yetişmişlerdir. Bu nedenle herkesin 'hamur-u mayası' yani kişilik yapısı, karakter dokusu ve anlayış düzeyleri farklı farklıdır. 
İnsanlar cins cinstir, kimi nezih, kimi de nakıstır. İnsanlardaki bu yaradılış farkını dışardan anlamak zordur. Kötü insanların dışarıya yansıyan belirgin bir işareti yoktur. Kötüler de, başlangıçta iyi görünürler. İnsanların gerçek yüzleri sonradan çeşitli vesilelerle ortaya çıkar. Dışarıdan baktığınızda gayet mamur görüp arkadaşlık kurduğunuz birinin iç yüzünün ne kadar virane olduğunu öğrendiğiniz zaman da vakit bazen çok geç olur. 
Bu bakımdan insanlarla ilişkilerde kendinize eş dost seçerken acele karar vermek doğru değildir. Yanlış bir seçim, sizi sonradan bin pişman edebilir. 
Bir tarihte Alman şairi Goethe, toplantıda dinleyicilere sormuş: "İnsanların iyisini kötüsünü nasıl anlarsınız?" Kimseden cevap alamadığını görünce kendi sorusunu kendi cevaplandırmak zorunda kalmıştır: "Anlayamazsınız. Bu iş, tamamen şansa kalmıştır" demiştir.
Çok iyi hatırlıyorum. Anam rahmetli, tavuğu kuluçkaya yatırırken, tavuğun yuvasına, yani mahalli söyleyişle tavuk folluğuna, tavuk yumurtalarının yanında kaz ve ördek yumurtası da koyardı. Yirmi bir günlük kuluçka süresi dolunca, yumurtaların kiminden kaz, kiminden ördek civcivi çıktığını gören tavuk "Ben ne için yattım, ne çıktı?" der gibi şaşkın, şaşkın bakınırdı. Tabii kabuklarını kırıp yumurtalardan çıkan kaz ve ördek yavruları anasının peşinde gitmez, su ve dere kenarı arardı. Ama kendi civcivleri kendi peşinden giderdi. Hiçbir zaman kaz veya ördek yavruları tavuk civcivleriyle beraber yürümezdi. 
Tabii bu farkı yaratan öncelikle doğa farkıdır. Her varlık, önce doğasının yani tıynetinin hükmünü yapar. 
İnsanlar da böyledir. Doğası iyiliğe ve güzelliğe mütemayil olanlar, gösterilen ilgiyi sevgiye; sevgiyi dostluğa, dostluğu güzelliğe ve paylaşmaya dönüştürürken; Diğerleri ise kendine insan sanıp yaklaşanı bin pişman ederler. 
Bunun için derler ki: "İyi insanlarla beraber olmak iyilik nedenidir, kötü insanlarla beraber olmak kötülük nedenidir."
----
Fahri Yakar
(*)Tiynet:Tabiat, doğa, yaratılış         04.08.2011