11 Ağustos 2011 Perşembe

ANLAYIŞ ve HOŞGÖRÜ KÜLTÜRÜ


 "Herkesin anlayış dereceleri farklıdır. Benim sana anlatacaklarım, ancak senin anlayabileceğin kadardır." Hz. Mevlana
İnsanlar arası ilişkilerde anlayış kültürünün varlığı çok gereklidir. Zira anlayış kültürünün varlığı, toplumda hoşgörü, barış, huzur ve mutluluk için çok gereklidir. İlişkilerde duygulara hoşgörü, esneklik ve kalite katar. Anlayış kültürünün yokluğu ise iletişimin önünü tıkar.
Sosyal hayatta dostlukları, arkadaşlıkları bozan, ilişkileri koparan, kavgalara yol açan, dargınlıklara, kırgınlıklara neden olan,  insanlar arasına kapanmaz mesafeler koyan çoğu zaman anlayış yokluğudur. İlişkiler, dostluklar, arkadaşlıklar, sevgi yokluğundan değil; daha çok anlayış yokluğundan bozulur. Esasen anlayış yokluğu, ilişkilerin önündeki en büyük engeldir. Anlayışsız birine laf anlatmak, kubbede ceviz durdurmak kadar zordur.
Hayatı zorlaştıran etkenlerden biri de hiç kuşkusuz anlayış yokluğudur. Hayatta başımız anlayışsız insanlar yüzünden derde girer, anlayışsız insanlar yüzünden sıkıntı çekeriz.
Anlayışlı insanla ilişki kurmak iyilik nedeni olur, anlayışsız insanlarla ilişki kurmak ise kötülük nedeni olur. Bu bakımdan atalar kubbe gibi laflar etmişler.
"Anlayışsız insanla edilmez ülfet
Başına açarlar bir yığın külfet"
Sosyal hayatta insanlar anlayışlarına göre iki kategoriye ayrılır: Hayatı etrafına kolaylaştıranlar, hayatı etrafına zorlaştıranlar.  
Bir insanı değerli kılan anlayış kapasitesidir. Anlayış, bir insan için yüksek erdemlerden sayılır. Bu da daha çok eğitimle, sosyal ve kültürel donanımla kazanılır. Hayatta herkes aynı gök kubbenin altında yaşar; ama ufukları aynı değildir, farklı farklıdır. Bir vadinin içinde yaşayan bir insanın ufku ile bir tepenin üzerinde yaşayan insanın ufku aynı değildir. Kimse, düşüncesinden uzağı göremez, düşüncesinden büyük düşünemez. İnsanın ufku düşünce kapasitesinin imkânlarına bağlıdır.   
Anlayışsız insanla ilişki kurmak akortsuz bir sazla şarkı söylemeye benzer, çok geçmeden uyum bozulur. 
Anlayışsız bir insan sığ bir su gibidir; çabuk donar, çabuk bulanır. Anlayışlı insanlar ise, büyük ırmaklara benzerler; ne donar ne bulanırlar. Makbul olan donmadan ve bulanmadan akabilmektir.

 

Bu konuyu örnekle ışıklandıralım: Kadın hareketlerinin ilk nüvesini atan Stanton anlatıyor:
"On bir yaşında idim. Tek bir erkek kardeşim vardı, o da öldü. Babam baş ucunda ağlıyordu. Perişan olmuştu. Tüm umutlarının onunla birlikte yok olduğuna inanıyordu. Ben o anda kendi  kendime  karar verdim.  Çok çalışacak, tüm derslerimde birinci olacak, babamı mutlu edecektim. Böylece  ona kaybını unutturacaktım. Sonunda okulda iki ödülden birini almayı başardım. " Şimdi" diyordum, kendi kendime, " babam benimle  nasıl gurur duyacak!" Oysa babam  benim usulca alnımdan öptü.  Sonra  da,  içini çekerek  ' Ah!..' dedi.  Sen erkek olmalıymışsın!"
İnsan olmanın ön şartlarından biri de hiç kuşkusuz anlayışlı olmaktır.
BEN AYNAYIM

İnsanın kötülüğü içindedir. İnsan o kötülükten kurtulamaz." Lucretius

Takındıkları tutum ve hareket tarzına bakarak insanları iyimserler ve kötümserler olmak üzere iki kategoriye ayırmak mümkündür. İyimserlerin tabiatı iyiliğe meyyaldir. İyimserler hayata ve olaylara bakış tarzları olumludur. İyimserler, hem kendilerinin hem de başkalarının iyi olmasını isterler. Sorun yaratmak istemezler. Her şeyi iyi tarafından görürler. Aklın ve mantığın izinden giderler, iyi düşünmeye, güzel söylemeye ve doruyu yapmaya çalışırlar. Kısaca olduğu gibi görünürler, göründüğü gibi olurlar.

Kötümserler ise, menfi düşünürler, her şeye fena tarafından bakarlar, her şeyi altında  kötülük ararlar. Etrafa kötülük tohumları saçarlar, herkese şüphe ile bakarlar. Bunların nazarında, herkes hilekârdır, hırsızdır ve kötüdür. Zihinlerinde sürekli bir paranoya hali mevcuttur. Bu hal, zihnin normal işleyiş düzenini bozduğundan kötümserler, gelişigüzel şüphe ve iddialarla toplumda iş yapan insanların şevkini kırarlar. Bunlar, genetiği bozulmuş GE-DO'lu ürünler gibi topluma zarar verirler. Bunların başlıca sermayeleri dedi-kodudur. Bozgunluğun, bezginliğin ve huzursuzluğun kaynağı bu tip paranoyak tiplerdir. Bunların içinde kendilerine yaptıklarının yanlış olduğunu söyleyen bir taraf olmadığından kendilerini bir türlü düzeltemezler. Başkalarını kötü gösterdikleri oranda kendilerinin çevrede iyi görüneceğini zannederler. Böylelerinin şerrinden emin olmak için onlardan uzak durmak gerekir. İslam Tarihinden bir örnek vererek konuyu biraz ışıklandıralım: 

İslam'ın doğuş yıllarında Hazreti Peygamber'i ziyaret eden bir müşrik, görüşme sona erdikten sonra Peygamber Efendimizin huzurundan dışarı çıkarken: "Ne kadar çirkin yüzlü biri?" diye seslenmiş. Biraz sonra ziyaretten çıkan bir başka  Mekke'li tam tersini söylemiş: "Ne kadar nurani bir yüzü var?" demiş. Bu sözleri duyan bir sahabe, duydukları karşısında hayrete düşerek Peygamber Efendi'mize bunun sebebini sormuş. Peygamber buna yorum getirerek şöyle demiş: "Ben aynayım. Bana bakan kendini görür!" 

Şu bir gerçektir ki ayna her insanın elinde güzel göstermez. Aynaya bakan kendisini görür. İnsan nasıl bakıyorsa öyle görür. Kem gözden güzel bakış hasıl olmaz.  Kendisi erdemli olmayan bir kimse, başkalarının da öyle olduğunu zanneder.

Rivayet olunur ki: Mısır prensi M. Fazıl Paşa, bir gün Padişah Abdülaziz'e Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa'yı çekiştirerek Fuat Paşa'nın icatları hakkında ileri geri bir takım sözler söylemiş. Padişah Abdülaziz, daha sonra Fazıl Paşa'nın bu iddialarını bir görüşme esnasında Sadrazam Fuat Paşa'ya iletmiş. 
Padişahı sükunet içinde dinleyen Fuat Paşa, şöyle söylemiş: "Devletli Hünkarım, Allah, herkese iki göz ihsan emiştir, biri iyiliği görmek, diğeri de kötülüğü görmek içindir. Malumunuz olduğu üzere Fazıl Paşa'nın iyiliği görmeye yarayan gözü kör olduğu için o hep diğer gözü ile görmektedir. Bundan dolayı hep fena görmektedir." 


Güzel bakmayan güzel göremez. 
       Fahri Yakar
2. 07. 2011












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder