16 Şubat 2012 Perşembe

İLETİŞİM KAZALARI

"Bulanmadan ve donmadan akmak ne hoş?"
                                                                                  Hz. Mevlana
Dünyanın en başarılı insanları Japonlardır. Japonların başarılı olmalarının sırrı sağlıklı iletişimde saklıdır. Japonlar kurumlarda ve iş yerlerinde çalışanlar arasında aile bağlarına benzer duygular tesis etmenin iş verimini ve başarıyı yükselteceğine inanırlar. Aynı aiılenin üyeleri birbirlerini sevdikleri için nasıl görevlerini severek, benimseyerek yerine getiriyorsa, çalışanlar da öyle davranırlar. Birbirlerine değer göstererek , önem vererek davranırlar.Aile bireyleri arasında nasıl üşenme, yüksünme, kırgınlık ve dargınlık gibi duygular söz konusu değilse çalışanlar arasında da yoktur. Genellikle davranışlara sevgi, saygı, hoşgörü ve anlayış hakimdir. İşte Japon toplumunda sosyal barış ve huzuru sağlayan da bu duyguların varlığıdır.
Bizde toplum olarak sosyal ilişkiler, düz bir çizgide yürümez, kırılgandır. İlişkiler, genellikle kavgalı ve çatışmalı geçer. Zira iletişim kurma ve geliştirme konusunda fazla sabırlı da değiliz, fazla becerikli de değiliz. Hoşgörü ve uzlaşma kültürümüz zayıftır. Konuşurken iletişim kazaları yaşanır. Kırmak, yıkmak ve hır çıkarmak için küçük bir neden kâfi gelir. Onun için Avrupalılar derler ki: " Türklerle yola çıkılmaz; eninde sonunda iletişim biter, çatışma ve kavga başlar." 
Aslında iletişim, medeni ve sosyal bir zorunluktur. İstenmeyen durumların iletişim yoluyla çözümlenmesi gerekir. İletişim olmayan yerde sorunlar bitmez. Çatışma ve kavga başlar. Dün konuştuklarıyla bugün çatışmak, kavga etmek, sanki bu topraklarda yaşayan insanların vazgeçilmez bir kaderi gibidir. Bunun nedeni de iletişim kazalarııdır.
Çevrenize dikkatli bir gözle bakarsanız, iletişim kazaları yüzünden nice dostlukların, arkadaşlıkların; hatta akraba ilişkilerinin yerini hayal kırıklığına ve dargınlığa bıraktığını görürsünüz.     
                                                                          ***
Konuyu bir anekdot yardımıyla gözler önüne daha net bir şekilde sergilemek istiyorum.
Bir sabah yol kenarında yan yana düşmüş iki ayna birbiriyle kendi dillerinde söyleşiyorlarmış. Aynalardan biri düz ayna, diğeri çukur aynaymış.  Düz ayna, çukur aynaya: "Kâinattaki varlıklar eğri büğrü mü ki, sen onları eğri büğrü gösteriyorsun? Bu yaptığın münasebetsizlik değil mi?" diye soracak olmuş. Çukur ayna, kendisine böyle dediği için düz aynaya fena halde kızmış. Söylenmeye başlamış. Susması gerekirken var gücüyle düz aynaya laf atıyor: "Varlıkları düz ve yassı gösterdiğin için asıl münasebetsiz olan sensin! Kâinattaki bütün varlıklar, düz ve yassı mı ki sen o düz ve yassı vücudunla her şeyi düz ve yassı gösteriyorsun? Böyle göstermen için asıl senin densiz ve münasebetsiz  olman gerekir! " diye üste çıkmaya çalışıyormuş. Düz ayna, çukur aynanın pişkinliği karşısında şaşırmış: " Yahu, hemen kızıp yanlış anlama, ben sadece bir yanlışı dile getirmek istedim. Niye hedef saptırıyorsun? Bunca söze ne gerek var? Konuyu niye çarpıtıyorsun?" falan demiş; ama bu sözler hiçbir işe yaramamış. Kendini bir türlü anlatamamış. Çaresiz susmuş beklemiş.
O sırada oradan geçen bir fizik bilgini kavga seslerini duyup aynaların yanına gelmiş.  Aralarına girmiş konuyu dinledikten sonra şunları söylemiş: "Sen çukur ayna, çukur vücudunla güneş ışıklarını muhtelif açılardan, eğik olarak aldığın için varlıkları eğri büğrü gösteriyorsun. Bu durum, tamamen senin yapı farkından ileri geliyor." demiş. Sonra düz aynaya dönmüş. "Sen düz ayna! Sen de düz ve yassı vücudunla güneş ışığını dik açıdan alıyorsun. O yüzden de varlıkları düz ve net yansıtıyorsun. Senin çukur aynayı anlayamaman doğaldır" demiş ve eklemiş: "Ancak bir gerçek var. Aristoya göre: 'İnsanların mantıklı varlıklardır." Mantık ise, eğrile doğruyu ayırmaya yarayan çok hassas bir ölçüm aletidir. Mantıklı insanlar, mantık gereği, varlıkları eğri büğrü gösteren çukur aynaya değil, varlıkları düz ve olduğu gibi yansıtan düz aynaya itibar ederler."

Toplumda günlük yaşamın içinde kim bilir bu anekdotta geçen atışmalara benzer nice durumlar yaşanıyor? Kimi insanlar, maalesef kendi yanlışlarını, kendi fenalıklarını göremezler, anekdottaki çukur ayna gibi hep kendilerinin haklı olduğuna karar verip karşısındakini suçlarlar. Sorun, kendisinden kaynaklandığı halde, bunun için özür dilemesi veya en azından aşağıdan alması gerekirken, üste çıkmaya kalkışırlar ve ısrarla yaptığı yanlışı savunurlar. Bu tip insanlara, sorunun ya da haksızlığın kendisinden kaynaklandığını veya yaptıklarının yanlış olduğunu bir türlü anlatamazsınız. İşte insanların en fenası, kendi tutumlarındaki yanlışlığı fark edemeyen bu tip insanlardır. Problemi, problemi göremeyen insanlar yaratır. Oysa bu tipler, bir de kendi yaptıklarına bakıp hatanın ne kadarının kendisinden kaynaklandığını görüp anlayabilmek için bir parça olsun çaba harcayabilselerdi sosyal fenalıklar, en az yarı yarıya azalırdı. Ama ne yazık ki yanılan yanıldığını, sapıtan sapıttığını, yamuk yapan, yamukluğunu anlayamıyor. Bunun için de sosyal yaşamda ne dava bitiyor, ne kavga!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder