15 Ocak 2013 Salı

ADALETİN TERAZİSİ

Bölücü terör örgütü PKK’nın, toplumda terör ve şiddet yaratarak devlet otoritesini zaafa uğratmak, Cumhuriyet’i yıkmak, devleti bölmek, etnik ayrışmayı körüklemek için silahlanıp dağa çıktığını, 30 yıldan beri 30 binin üzerinde insanımızın hayatına kast ettiğini, ülkeyi kana buladığını, sanırım duymayan bilmeyen kalmamıştır.
Bilinen bu gerçeklere rağmen bölücü lobilerle, sözde liberal aydınlar, 30 yıldır ülkeyi kana bulayan, onca suçu günahı olmayan polisi, askeri ve sivili şehit eden terör örgütüne hak vermeye, bahaneler üretmeye devam ediyorlar:
“Devlet, Kürt kimliğini ret ve inkâr etti. Devletin inkârcı politikaları PKK’yı ve Kürt sorununu yarattı.”

"Kürt sorununun tohumları, Cumhuriyet'in kuruluş döneminde atılmıştır."
“PKK, Kürt sorununun bir sonucudur.”
“Kürt sorunu, devletin ulus devlet niteliğinden doğmuştur.
“Tek dil, tek din, tek etnisite, Kürt sorununu yarattı” diyorlar.
Oysa cümle âlem biliyor ki, devlet, terör örgütüne musallat olmadı, Terör örgütü, devlete musallat oldu. Terörü, devlet yaratmadı, PKK yarattı. Terörün arkasında devlet değil, terör örgütü vardır.
Bir toplumda haklıolana gösterilmesi gereken takdir, hoşgörü ve samimiyet, yön değiştirerek haksız ve zalim olanlara gösterilirse, sağduyu yara alır, değer yargıları sakatlanır. Maalesef toplumdaki bunalımın temel nedenlerinden biri, belki de en önemlisi budur.
Bir takım saplantılar yüzünden idrakleri kararmış sözde liberal aydınlar da bu gelişmelere çanak tutmaya devam ediyorlar. Yıllardır yuvalandıkları gazete köşelerinden, televizyon ekranlarından sürekli olarak pompaladıkları çarpık görüşlerle kafaları bulandırmayı başardılar. PKK’nın bölücü taleplerini, topluma ‘demokratik talep’ diye takdim ettiler:

“PKK, Meclis’e girmeli!” dediler.
Bölücü zihniyeti Meclis’e soktular.
“ Bölücü propaganda serbest olsun!” dediler.
Bölücü propaganda serbest bırakıldı.
“Kürtçe kurslar açılmalı!” dediler.
Kürtçe kurslar açıldı.
“Kürtçe Televizyon kanalı açılmalı!” dediler.
24 Saat üzerinden Kürtçe yayın yapan TV kanalı açıldı..
“Kürtçe seçmeli ders olmalı!” dediler.
Kürtçe'nin seçmeli ders olması sağlandı.
“Kürtçe savunma hakkı tanınmalı, Kürtçe kamusal alana girmeli!” dediler.
O da oldu.. Kürtçe savunma hakkı da tanındı.


Peki, ne değişti? Terör bitti mi? Hayır! Bölücü hareket, hedefinden vazgeçti mi? Hayır! Zira istenen, daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi değil, ayrı dil, ayrı bayrak, ayrı topraktı. Bugün gelinen noktada asıl niyetlerini hem de 75 milyonun gözünün içine bakarak:
“Türkiye özerk bir idari yapıya sahip olmalıdır. Bu bizim resmi projemizdir. Bu proje hayata geçecektir. Türkiye bunu hayata geçirmek zorundadır.”
“Kürtlere demokratik özerklik verilmelidir.”
“Bağımsızlığımızdan asla vazgeçmeyeceğiz.”
“Türkiye’de Kemalist rejim yıkılmadan bağımsızlığımızı kazanamayız.”
“Demokratik özerkliği ben yapıyorum. Sana düşen beni tanımaktır.”
“Türkiye’nin güney sınırları resmen Kürdistan olacaktır.”
Demokratik özerlik, yerel parlamento, ayrı dil, ayrı bayrak, ayrı toprak,
"Dümdüz bir yolumuz var, özerk Kürdistan’ diye ilan etmeye başladılar. Ulusal birliğimizi ve bütünlüğümüzü bozup parçalamak için ne lazımsa yapıyorlar, ülkeye fenalık üzerine fenalık ediyorlar. Bu söz ve beyanatlardan, bu ülkeye ne yapmak istedikleri anlaşılmıyor mu? Bu tür sözler ve beyanatlar, milletin birliği, devletin bölünmez bütünlüğü ilkelerine aykırı düşmüyor mu? Ayrıca bu beyanatlar, milli birliğimize, egemenliğimize ve devletin bütünlüğüne yönelik bir tehdit oluşturmuyor mu? Bu demeçlerin sahipleri, söylediklerinden ve yaptıklarından sorumlu değiller mi?
Buna rağmen son zamanlarda ülkenin gündemine bir de ‘Barış süreci’ eklendi. Ne oldu? Yağmurlar yağdı yarıklar kapandı mı? Barış elbette iyi güzel de, terör yangınını çıkararak ülkeyi bir baştan bir başa ateşe verenler, 30 yıldır ülkeyi kan gölüne çevirenler, taleplerinden vaz mı geçecekler? Bu devletin toprakları üzerinde başka bir devlet kurmak isteyenlerle barış nasıl sağlanabilecek? Bu durum, bana Golde Meir'in söylediği bir sözü çağrıştırdı.
1969 yıllarında kendisine, “Komşunuzla uzlaşın!” diyenlere, Golde Meir şöyle demişti:
“Komşularımız bizim ölmemizi istiyor, biz yaşamak istiyoruz. Bu durumda daha nasıl uzlaşılabilir ki?”
Ayrıca ülkenin üzerinde kara bulutlar dolaşırken, ayrışma fırtınaları eserken, bir takım sözde liberal aydınlar, bölücülerle bir olup her olayda ısrarla devleti suçlamaya devam ediyorlar. “Ülke içinde ve dışında meydana gelen bütün sıkıntıların, fenalıkların, kötülüklerin anası devlettir” diye avazları çıktığı kadar bağırıyorlar. Bunların içinde, “Devlet, bu taleplere kulak vermezse meydanın kaba kuvvete kalır" diyenler ve "Devletin Öcalan'ı ikna etmek zorunda olduğunu" yazan çizen sözde aydınlar var. Hatta “Öcalan’la müzakerelere karşı çıkanlar, insanlık düşmanı, bölücü ve vatan haini!” diyecek kadar ileri fanatikler bile var. Bunların haline gülmeli mi? Ağlamalı mı? İnsan şaşırıyor vallahi!
Meşru olan güç devlettir. Devlete karşı çıkanlar, devleti karalayanlar yanlış yoldadır. Ünlü sözdür, âlem bilir: "Suçluyu savunmak, devletin hukuk sistemine karşı gelmektir."(*)
Adalet terazisini orta yerinden kavramak gerekir.

Bir devletin kılıcı keskin olmalıdır. Hukuk devletinde devletin kılıcı adalettir, hukuktur. Devlet, toplumun birliğini, ülkenin bütünlüğünü bozmaya kalkışanları, devlete başkaldıranları yargılayıp cezasını verir, egemenliğini kimseye çiğnetmez, pazarlık konusu ettirmez. Bizim devletimiz, tarihte başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüş, şanlı bir maziye sahip dirayetli bir devlettir.

Yazımı daha fazla uzatmadan yakın tarihe dönüp size Nutuk’tan bir paragraf sunmak istiyorum:
"Efendiler! Bilirsiniz ki hayat demek savaş ve çarpışma demektir. Hayatta başarı yüzde yüz savaşta başarı kazanmakla elde edilebilir. Bu da manen ve maddeten güce, erke dayalı bir iştir.”
Atatürk’ün sözleri, trafikteki işaret levhaları gibi yol göstericidir.
Hastalıkla tedavi arasında bir uygunluk yoksa, hastalığa çare bulmak güçtür.

Fahri Yakar

----

(*): Vigtor Hugo

 






 

 

12 Ocak 2013 Cumartesi

MİZAHIN GÜCÜ kitabından

İLETİŞİM VE ETKİLEŞİM
"Hayat, seni güldürmüyorsa espriyi anlamamışsın demektir." A. P. Çehov
İletişim, duygu ve düşünceleri, sözle ve yazıyla karşı tarafa anlatma sürecidir. Düşünce açıklamak, görüş bildirmek, iletişim kurmak,  insan hayatında vazgeçilmez bir zorunluluktur. Hayat iletişimle başlar, iletişimle devam eder.
Hayatın amacı bir kenara çekilerek yaşamak değil, etkin yaşamaktır. Etkili yaşamak için etkili iletişim kurmayı bilmek gerekir. Etkili iletişim, sözün ses tonunun, tavrın, davranışların, duruşun tam yerinde güzel ve etkileyici bir düzeyde kullanılmasıdır.
İletişim gücü, her insana lazım olacak en büyük güçtür. Bu gücü, her kim etkili bir biçimde kullanmayı başarırsa o,  hem geleceğini, hem de toplumun ilgi ve takdirini kazanma şansını elde etmiş olur. Büyük başarılar kazanmış insanların otobiyografilerini  incelediğimizde, dünyayı değiştiren, kitleleri harekete geçiren, toplumların kaderini etkileyen insanların iletişim gücü yüksek insanlar arasından çıktığını görürüz.
Büyük devlet adamlarından W. Churchill, Abraham Lincoln, John Kennedy, Mahatma Gandy, Martin Luther, Kemal Atatürk gibi büyük liderler, kitleleri iletişim gücüyle harekete geçirip peşlerinden sürüklemişlerdir.
İnsanı başarıya götürecek en iyi enstrüman, yüzde yüz etkili iletişim gücüdür.
"Zamanımızda iktidar mevkii, güzel ve etkili konuşmayı bilenlerindir."[1]
Toplumda insanlar, birbirlerini konuşma düzeylerine bakarak değerlendirirler ve genellikle güzel söz söyleyenlerden hoşlanırlar. Genelde insanların ilgi ve teveccühü, düşüncelerini ikna edici ve etkileyici bir biçimde söyleyebilen insanlara yönelir. J. Kennedy, aşağıdaki sözünde bu gerçeği açıkça dile getirmiştir W. Churchill hakkında bakın ne demiştir: "W. Churchill, İngiliz dilindeki bütün kelimeleri seferber ederek savaş meydanlarına yolladı ve savaşı bu şekilde kazanmıştır."
Kutatgu Bilig'de: "Aklın süsü dildir, dilin süsü sözdür" denilmiştir.
G. Herder, sözün insan hayatındaki yeri ve önemi hakkında: "Adamın insan olmasına yardım eden dilidir" demiştir.
İletişimin insan yaşamındaki önemini dile getiren pekçok söz vardır:
"Sözler, hayatımızı ve insanları yönetmek için başvurduğumuz araçlardır.[2]
Söz bilimci Stanis Lavsky, insanı, 'düşünce, söz ve ses' le eşitlemiştir.
Benjamin Franklin: "Biz insanları sözlerle yönetiriz" demiştir.
Ünlü yazar Ben Johnson: "Dilin, insanın en büyük gösteri yapma yeteneği olduğunu" ileri sürer.
 Yine dilbilimci Hamann :"Konuş ki seni görebileyim" diyerek dilin önemini ortaya koymuştur.  
İspanya'nın Nobel Ödüllü yazarı Cela: "Dil, kesinlikle bir silahtır. Etkililik derecesi nedir bilemem. Fakat dili ne kadar çok gelişirse insanın etkililik derecesi o oranda artar" diyerek,  insanlar üzerinde sözün ne denli etkili olduğunu dile getirmiştir. 
İbrani asıllı dilbilimci Solomon: "Dilin, yaşamın ve ölümün gücüne sahip olduğunu" söyler.
Söz bir insanın göstergesidir. İnsanların belası da sefası da, izzeti de zilleti de söyleyeceği söze bağlıdır.
Bir insanın sosyal statüsünü, söyleyeceği sözler belirler.
"İnsanda söz ile değişir kader,
Ya yurda baş olur ya başı gider.
Kem söz duyanları hep düşman eder
Ederse söz insanı sultan eder."[3]
Kur'an−ı Kerimde: "İnsanlara sözün güzelini söyleyin!"[4] diye öğüt verilir.
İyi bir iletişim ve etkileşim için, güzel ve etkili konuşmak her insan için son derece gerekli bir melekedir. Güzel ve etkili bir konuşmada güz mevsimini, yaz mevsimine dönüştüren bir potansiyel vardır.
***

 
MİZAHIN GÜCÜ
"Beşer ırkının elinde gerçekten şaşalı
bir silahı vardır oda gülmektir."
Mark Twain
İnsanlarla iletişim kurmanın pek çok yolu ve yöntemi vardır. Bunlardan biri de mizahtır. Mizah, bir duyguyu, bir düşünceyi veya bir mesajı, espri ve nükte katarak anlatmak için başvurulan etkili bir anlatım aracıdır. Başka bir deyişle mizahı, 'Bir konunun, gülünç yanlarını ortaya koyarak anlatan, anlatırken de düşündüren bir iletişim aracıdır' diye de tanımlayabiliriz.
İletişim esnasında ne söylediğimiz kadar, nasıl söylediğimiz de önemlidir. Anlatılacak her konu, başlangıçta ham madde halindedir. O konuyu, yoğurup hamur haline getirmeden, biçime sokmadan, ilginç bir hale koymadan ham haliyle sunmak, dinleyenlerde fazla ilgi uyandırmaz. Dinleyicilerin ilgi ve dikkatlerini çekmek, ilgi alanına girmek için eldeki malzemeyi zihin potasında iyice yoğurmak, biçimlendirmek, ilginç hale koymak için gerekirse cilalamak, parlatmak, süslemek, hatta renkli neon ışıkları altında sunmak gerekir. Kendinizi dinlenir ve ilginç kılmak için söz gücüne sahip olmak gerekir.  Bunu yapmanın en iyi yolu mizahtır. İnsanlar gülmeyi güldürmeyi severler. İletişimde mizahın, güldürücü ve ilgi çekici özelliğinden yararlanmak gerekir. Söz esnasında sırası ve yeri geldikçe mizaha başvurmak, insanlar üzerinde ilgi, merak uyandırır, hoş etki bırakır. Mizah, insanlar üzerinde bir nevi klima etkisi uyandırır, bir yandan havayı ısıtır, bir yandan da ortada gergin bir atmosfer varsa onu yumuşatır veya istenmeyen bir durum varsa onu bertaraf etmekte yardımcı olur.
Mizah, sadece güldürmek amacı taşımaz, aynı zamanda olayın gülünç yanını gözler önüne sererek dinleyici üzerinde açı zenginliği yaratır.
Bu bakımdan diyebiliriz ki mizah, çok etkili bir iletişim aracıdır.
Mizahın işlevi bununla da kalmaz mizah iyi bir eleştiri aracıdır. Batı'da insanlar birbirlerini eleştirirken mizahı kullanırlar.
Mizahın Türkçe karşılığı, 'güldürü 'dür. Türkçe sözlükte mizah, 'Eğlendirmek, güldürmek ve birinin bir davranışını incitmeden takılmak amacını güden ince alay, humor, gerçeğin güldüren yanlarını ortaya koyan bir yazı türü' diye tanımlanır. Osmanlıca Türkçe sözlükte mizah, 'Şaka, latife, espri ve nükte' diye tanımlanır.
Mizah, fıkra, öykü, roman ve şiir gibi türlerde karşımıza çıkabilir. Mizah, olayın gülünç yönlerini gözler önüne sererken olayın bir başka yönleriyle ele alınmasına imkân verir. Bazen hiçbir sözün aydınlatamadığı bir gerçeği mizah, şimşek gibi bir anda aydınlatıverir. Ayrıca mizah, hoşgörü atmosferi uyandırarak havadaki gerginliği alır, tansiyonu düşürür. Bir söz mizahla söylenirse acı da olsa hoş görülür. Konuya ayrı bir tat verir. Ayrıca mizahın eleştirel boyutu da vardır. Yani mizah, eleştiri ve sataşma aracı olarak da kullanılabilir. Mizah, yeri ve zamanı isabetle seçilirse, iyi bir iğneleme ve hırpalama aracıdır.
Mizah, anlatıma canlılık katar; ancak mizah kısa, özlü ve yoğun olursa etkili olur.
Mizahi anlatım konusunda Divan edebiyatı şairi Nabi'nin tespitleri de vardır. Der ki:
·         Mizah, yerinde ve zamanında söylenmelidir.
·         Mizahın sözü özlü anlamı büyük olmalı.
·         Kırıcı ve yıkıcı olmamalı.
·         Mizah, dalından yeni koparılmış gül gibi olmalı elden ele ve dilden dile dolaşmalı.
·         Mizah gül kokusu misali, insanın içine ferahlık vermeli ve kin ve nefreti dindirmelidir.
Ünlü mizah yazarımız Aziz Nesin, "Mizahın işlevinin insanları güldürmek olduğunu" söyler.
Agâh Sırrı Levent ise mizahı daha geniş olarak: "Mizahın amacı, şaka ve alaydır. Mizahçı yazar, ya kişileri ele alır, ya da olaylar üzerinde durur. Şaka, okuyanda gülümseme yaratır. Dokunur; ama incitmez, zaman, zaman iğneler, ama yaralayıp acıtmaz. Okuyucunun göremeyeceği sivri noktaları belirterek bir çeşit çabuk anlama oyunu yapar. Ama şaka olduğu için kızdırmaz" şeklinde anlatır.
Hiciv ve Mizah Antolojisi yazarı Hilmi Yücebaş'a göre de mizah: "Hafif latife ve tarizlerle ekseri ciddiyet örtüsü altında birini ve bir hareketi tenkit etmektir."
Mizah dünyasında yaşayan bir abide gibi duran Aydın Boysan mizahla ilgili olarak: "Mizah, düşündürme sanatıdır. Mizahın amacı zihinseldir, yani insan beynine hitap eder. Çehrede oluşacak gülmeyi amaçlamaz. Gülme, asıl amaç olmayan bir sonuçtur. Mizah aklın sanatıdır. Mizahın kökeninde ana amaç olarak akıl verme ve akıl alma bulunur " der.
Ünlü yazar Ferit Gören:'Mizah, gülmeyi akla getirdiğini ve gülmenin, mizahın mükâfatı, hoşgörünün ise mizahın kültür boyutu olduğunu" söyler. 
H. Bergson mizahı: "Dalgaların üzerinde birden bire ortaya çıkan, birden bire kaybolan, ama geride tuzlu bir lezzet bırakan köpüktür" diye tarif eder.
***
Mizah, sadece bir anlatım aracı değil, deşarj olma aracıdır.
Bir avcı, Hıristiyan Azizlerinden birini ziyarete gider. Koskoca bir din adamının bir kuşla oynadığını görünce avcı, şaşırır merakla sorar:
− "Şaşkınlığımı lütfen mazur görünüz! O kuşla ne yapıyorsunuz böyle?"
Aziz:
− "Neden şaşırıyorsunuz ki? Bu kuşla oynamak, gerginliğimi alıyor, beni sakinleştiriyor. Şu sizin elinizdeki yayı düşünün! Sürekli gergin kalsa sonunda ne olur? Gerilir, gerilir sonunda kopar değil mi? Biz insanlar da böyleyiz. Sürekli gergin kalamayız. Gerilen ruhumuzu bir şekilde dinlendirmeliyiz."


[1] Lord Salis Bury
[2] Leo Buscalgie
[3] Kutat gu Bilig
[4] Bakara Suresi 94. Ayet