“Memlekete
sahip çıkması gerekenlerin sesi daha gür çıkmalıdır.”
İ. İnönü
Her siyasi
parti, var olabilmek için var oluş amacına, dayandığı temel ilkelere ve
taşıdığı misyona uygun bir politika izlemek zorundadır. Eğer bunu sağlayamıyorsa
varlığını yaşatamaz. ‘helaka müstahak’
olur.
Cumhuriyet’in
ilk yıllarında milli birliğimizi, milli bütünlüğümüzü ve ülkenin yüce
çıkarlarını korumak için kurulmuş olan bir partide, son zamanlarda her kafadan
bir ses çıkmaya başladı. Üstelik bu söylemler içinde partinin temel felsefesiyle,
ilkeleriyle ve taşıdığı misyonla bağdaşmayan fahiş aykırılıklar var. Parti
yönetimi, bu görüşlerle ilgili hiçbir açıklama getirmedi. Sadece üzerini örtmeye
çalıştı. Bu iş, partinin kendi iç sorunudur. Buna kimse bir şey diyemez; ama bu
durum, vatandaşın aklına ister istemez, ‘Acaba
bu parti eksen mi değiştiriyor?’ sorusunu getiriyor.
Tutarlı bir
parti, bizzat kendi milletvekilleri tarafından, partinin varlık nedeni olan temel
ilkelerin çiğnenmesini, kendi partisinin kurucularına dil uzatılmasını, kendi
geçmişine, tarih gerçeklerine aykırı söylemlerde bulunulmasını “Bunlar abartılacak konular değildir”
diye geçiştiremez. Yani yangın bacayı sarmışsa “İtfaiye ile yangın arasında seyirci kalamaz.”
Kalırsa kafalarda yeni yeni soru
işaretleri kıvrılmaya devam eder.
Vatandaş merak
edip duruyor: Sahi bu milletin ölüm kalım savaşı olan ‘Kurtuluş Savaşına; Anadolu’daki Rum ve Ermenileri temizleme
hareketidir’ demenin;
Dersim olayı
için, “Dersim bir katliamdır” diyerek asilerin başını da kahraman ilan etmenin;
Türkiye’nin
ulusal birliğini ve bütünlüğünü tehdit eden PKK’lılara, “Kardeşlerim!” diye
taltif etmenin, partinin ana felsefesine ve programına ters düşen hiç mi bir
tarafı yoktur?” diye düşünüyor. Hadi diyelim ki bu söylemlerin önemi yoktur.
Peki, kamu vicdanını yaralayan bir tarafı da mı yoktur?
Yüce Atatürk, Büyük Nutuk’ta(1921): “Halas
(kurtuluş), sosyal hayattaki marazı (hastalığı) teşhir ve tedavi etmekle
mümkündür. Bunun için erbabı ilim ve fennin bu hususta çalışmayı bir namus
borcu bilmesi iktiza eder” demişti.
Yine bir başka konuşmasını şu sözlerle tamamlamıştı: “Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden
içerdeki cephenin suskunluğudur.”
Hakkaniyet,
haksızlık karşısında susmakla değil, yanlışı yanlış, doğruyu doğru görmekle ve hakkı
tutup kaldırmakla sağlanır.
Her nerede haksız
olanların sesi, haklı olanlardan daha gür çıkarsa, hak ve adalet duyguları orada
iflas eder. Bir ülke, haksızlık yapanlar yüzünden bozulmaz, haksızlığa ve
haksızlık yapanlara göz yumanlar yüzünden bozulur.
Fahri Yakar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder