Avrupa Birliği'ne üye olan, özgürlüklerin ve demokrasinin kalesi sayılan Fransa'da, resmi görüş, 1915 yılında 'Ermeni Soykırımı' yapıldığı yönündedir. Demokrasinin beşiği sayılan bu ülkede, 'Soykırım yoktur' demek, artık doğrudan suç sayılmakta ve cezayı gerektirmektedir.
Bizde demokrasi havarisi kesilen liberal kesim, bazı öğretim üyeleri, yine bazı liberal aydın ve yazarlar konuyla ilgili kararın ne kadar bilimsellik taşıdığını, ne kadar fikir özgürlüğüyle bağdaştığını bize ileride anlatacaklardır sanırım! Zira bu takım, yakın geçmişte 'Ermeni Soykırımı' konusunda bir sempozyum düzenlemişti. Orada devletin resmi görüşüne karşı çıkarak 'Ermeni Diaspora'sının tezini savunmuşlardı.
Hatırlıyorum da, söz konusu sempozyumun ertelenmesi girişimine karşı bu takımdakiler, adeta kıyamet kopartmışlar, ilgili Bakanı da topa tutmuşlardı. Hatta bazı aydınlar, "Bu eteleme girişimini, Türkiye'de AB uyum yasalarına indirilen bir darbe" diyecek kadar işi abartmışlardı.
Hatta "Demokrasi içinde mi yaşayacağız, yoksa sınırlarını devletin çizdiği dar alana hapis mi olacağız? Verilen bu kavga demokrasi kavgasıdır..." diye devlete sataşan aydınlar(!) bile çıkmıştı.
Bir başka yazar da, 'Üniversitelerin bilimsel toplantılarına müdahale ediliyor, akademik özgürlükler sınırlanmaya çalışılıyor' diye devleti topa tutmuştu.
Bir Bakan'ımızın Boğaziçi konferansına karşı gösterdiği tepki için ise, bir başka yazar da şöyle demişti:
"Üniversite özerkliği kavramından nasibini almayan, bilimsel üretimin ne olduğunu bilmeyen, anlamayan, öğrenmeye de niyetli olmayanlar, kin kustular. Galiba asıl ihanet, toplumu fikir esaretine ve düşünmemeye mahkûm edenlerin yaptığıdır."
Şimdi bu kesim, sanırım Fransa'nın aldığı karar karşısında bayram yapmıştır.
Bu ülkenin üniversitelerinde görev yapan ve öğrenci yetiştiren bir takım öğretim üyelerinin, Ermeni Diasporasının iddialarını destekleyerek Türkiye'yi dünyaya karşı suçlu ilan etmeye kalkışması, kendilerinin deyişi ile acaba, 'bilimsel üretim' midir, yoksa ekmeğini yedikleri, nimetleriyle beslendikleri ülkeye karşı başka bir şey midir?
Bizde böyle düşünenler varken zaten düşmana gerek kalmıyor.
Tarihi olaylar, meydana geldiği dönemin şartları içinde değerlendirilmelidir. Parlamento kararlarıyla tarih yazılmaz. Tarihi tarihçiler yazarlar. Parlamentolar değil.
Ermeni Diasporası, 'Ermeni Soykırım' iddiasını destekleyen bizdeki bu zevat için ne diyor biliyor musunuz? Yiğit Türkler (!)
Yiğitler mi, değiller mi? Onu bilmiyoruz; ama gerçek aydının, kendi ülkesi aleyhine yıkıcılık yapamayacağını, polemik değil, ülkeye faydalı fikirler üreteceğini, fitne değil, topluma ışık saçacağını biliyoruz. Gerçek aydının toplumun üzerine zulmeti (gölgesi) değil, şavkı vurur, şavkı…
Büyük yazar Şevket Süreyya Aydemir'in dediği gibi, "Ülkemize karşı yürütülen emperyalist savaşın en zalimcisi, bizimle aynı nüfus cüzdanını taşıyan sözde aydınlar tarafından yapılmaktadır."
İnsan, en çok ne zaman kahrolur biliyor musunuz? Hikmeti kendinden menkul bu sözde aydınların fitneye çanak tuttuğunu, şerre yöneldiğini, şer güçlerle el ele, kol kola hareket ettiklerini görünce...
Bakın bu konuda tarihi gerçekler ne diyor?
1915 yılında Ermeniler, Van'da ayaklanmışlar, şehri ele geçirmişlerdi. Daha sonra da Bitlis, Muş, Erzurum ve Sivas'ta isyanlar çıkarmışlardı. Diğer taraftan, Kafkas cephesinde Ruslarla savaşan Osmanlı ordusunu arkadan vuruyorlardı. İşte 1915 yılında alınan 'Tehcir Kararı' bu olay üzerine alınmış ve sadece Doğu Anadolu'daki Ermeniler için uygulanmıştır. Tehcir sırasında salgın hastalıklar, yoksulluk ve bilhassa çetelerin saldırıları yüzünden ölenler, telef olanlar olmuştur. Bu yüzden tehcir sırasında gerekli önlemleri almadığı gerekçesiyle o zamanın Diyarbakır Valisi de idam edilmiştir.
Hikmet Özdemir, 'Anafarta'dan Ankara'ya adlı eserinin 39. Sayfasında, Ziya Gökalp de bu konudan dolayı Divan-ı Harp Mahkemesinde yargılanmıştır.
Hâkimlerin:
-"İddiaya göre Ermenilerin katliamına sen de fetva vermişsin. Buna ne diyorsun?" sorusuna karşı, Ziya Gökalp şöyle cevap vermiştir:
-"Milletimize iftira etmeyiniz! Türkiye'de bir Ermeni katliamı değil, bir Türk ve Ermeni mukatelesi (vuruşma) vardı. Bizi arkadan vurdular, biz de onları vurduk."
Mahkeme, Ziya Gökalp'i dinledikten sonra 'beraat' kararı vermiştir. Üstelik mahkemenin beş üyesinden dördü de ekalliyetten olduğu halde.
Ermeni Diasporası'nın 'sözde soykırım' iddiasını ısıtıp, ısıtıp siyasete alet etmeye çalışması, tarihi bir yarayı kaşıyıp tarihten husumet çıkartmak istemesini, bundan da menfaat ummasını anlayabiliyorum; ama kendi insanımızın bu iddianın sözcülüğüne soyunmasını anlamakta güçlük çekiyorum. Tarihin hiçbir döneminde meydana gelmiş bir olayı 'Tarihimizle Yüzleşelim' diye iki de bir kaşımanın, gündeme taşımanın, Tarihten husumet çıkarmanın manası var mı?
Sonra tarihe mal olmuş bir konudan dolayı bugün Türkiye'den başka sorgulanan bir ülke var mı?
Bu konu, 1923 yılında yapılan Taşnak partisi kurultayında değerlendirilmiş ve kapanmıştır. Taşnak'ın ilk liderlerinden olan bağımsız Ermenistan'ın ilk başbakanı Hovannes Katchaznouni, 1923 yılında yapılan parti kurultayına sunduğu raporda şöyle demiştir: "1914 sonbaharında, Türkiye'nin henüz savaşan taraflardan birine katılmadığı dönemde, Güney Kafkasya'da büyük gürültüler içinde ve enerjik biçimde Ermeni gönüllü birlikleri oluşturulmaya başlandı.
...
Türkler'e karşı ayaklandık. Barışı sabote etmek için ayaklandık. Hepimiz Türkler'in düşmanı olan İtilaf devletlerinin kampındaydık. "Türkiye'den denizden denize Ermenistan" talep etmekteydik. İtilaf devletlerinin ordularını Türkiye'ye göndermeleri ve hâkimiyetimizi temin etmeleri için Avrupa'ya ve Amarika'ya resmi çağrılar yaptık. Aralıksız olarak Türklerle savaştık. Askeri operasyonlara katıldık. Kandırıldık ve Rusya'ya bağlandık. Gerçekleri göremedik, olayların sebebi biziz. Türklerin milli mücadelesi haklıydı. Barışı reddetmemiz ve silahlanmamız büyük hata idi. Türklere karşı ayaklandık ve savaştık... 'Sevr Anlaşması' gözümüzü kör etmişti... İsyanımızın temelinde İtilaf devletlerinin bize vaat ettiği büyük Ermenistan hayali vardı... Ama biz hiçbir zaman devlet olamadık... Türkiye Ermenistan'ı diye bir devletin hayalden öte olmadığı gerçeğini göremedik... Aklımız dumanlanmıştı... Buna rağmen Türkler, çok âlicenap davrandı. Tehcir (göç) kararı, amacına uygundu. Türkiye kendini savunma içgüdüsüyle hareket etmiştir. Ermeniler de Müslüman nüfusu katletmiştir. Taşnak yönetimi dışında suçlu aranmamalıdır."
Yine Mavi Kitabın yazarı Arnold Toynbee bile artık Türkiye aleyhinde konuşmuyor: "Yunanlılar gibi, Ermeniler de Osmanlı İmparatorluğu'ndan kendilerine bir devlet kopartabileceklerini ummuşlardı. Türk yetkilileri, yerli Ermeniler'in Rusya için 5. kol olarak çalıştıklarını görmüştü. Ermeniler'i savaş bölgesinden çıkarma kararı aldılar. Bu bir güvenlik önlemi olarak değerlendirilebilir. Benzer koşullar altında başka hükümetler de benzer kararlar almışlardır."
Yine İngiltere, 'soykırım' iddiaları hakkında en son şu açıklamayı yapmıştır: 1915-16 yıllarındaki olaylar, Birleşmiş Milletler'in 1948 Soykırım Sözleşmesi'nin 'soykırım' tanımına uymamaktadır. Ayrıca 90 yıl önce Birinci Dünya Savaşı koşulları içinde cereyan eden olayları anlamak çok zordur. Birleşik Krallık Hükümeti'nin bu konudaki görüşleri gayet nettir."
Almanya'da 'Frankfurte A. Zeitunk' gazetesinde Ermeni Soykırım konusunda, Eberhat Jaeckel, '1915- 16 Yıllarında Yüzbinlerce Ermeni Kasıtlı Öldürülmedi' başlıklı yorumunda özetle: "Osmanlı Devleti'nin kasıtlı bir soykırım yaptığına dair hiçbir delil yoktur" diyor.
Amerikalı Tarihçi Gunter Lewy' de: " 1915 yılında 642 bin Ermeni hayatını kaybetmiştir. Buna karşılık Türklerin de ağır kayıplar verdiğini, bu kayıpların savaşlar kadar salgın hastalıklardan kaynaklandığını" söylemiştir. Ayrıca adı geçen tarihçi, "Ermeniler tarafından öldürülen ana kucağındaki bebekler dahil 530 bin Türk olduğu, Türklerin Ermeni çetelerce köylere, evlere baskın yapılarak katledildiğini" belirtmiş ve bu nedenle soykırım iddialarının kabul edilir yanı yoktur " demiştir.
1919 yılında, Amerikan Cuhurbaşkanı Wilson'un Türkiye'ye gönderdiği inceleme komisyonu Anadolu'da, Kafkasya'da ve Ermenistan'da üç ay inceleme yapmıştır. Bu komisyonun başkanı bakanı General Harbort'un bu incelemeler sonucunda Wilson'a sunduğu raporda şöyle denilmektedir:
"Türkiye hastalık ve harplerden nüfusunun % 20'sini kaybetmiştir. Yerlerinden çıkan Ermeniler yavaş yavaş ve hiçbir korku duymadan yerlerine dönüyorlar. Bütün seyahatimiz boyunca Türklerin, Ermenileri öldürmek istediğine dair bir işaret görmedik...
Üç ay önce Ermenilerin tek bir adam kalmayıncaya kadar kesildiğini duymuştuk. Hâlbuki duyduklarımızın hiçbiri doğru değildi. Zaten ben bu katliamı her zaman şüpheyle karşılaşmıştım..."
Yine aynı raporun bir bölümünde şöyle deniyor: "ABD'nin Ermenistan mandasını kabul etmesi büyük kaosa yol açar... Savaşta 600 bin Türk askeri tifüsten öldü. Seferberliğe giden gençlerin % 80 – 90 'ı köylerine dönmedi... Müslümanlar Ermenilerden daha kötü koşullarda yaşıyorlar..."
Bu rapor üzerine Wilson, soykırım iddiası üzerine gitmekten vazgeçmiştir.
Osmanlı devletinde Ermenilere karşı ırkçı bir nefret olmamıştır. Osmanlıların Ermenileri yok etme amacı güttükleri de duyulmamıştır. Ama Ermeni Diasporası'nın Türkler'e karşı ırkçı bir nefret görülmüştür.
Fahri Yakar