İslam Dünyasından
Mizah örnekleri:
Gazneli
Mahmut (971-1030) bir gün Beyazıt Bestami’nin türbesini ziyarete gider.
Türbedara sorar:
-“Ey sofi, burada yatan mevta,
nasıl biriydi?”
Türbedar,
aynı zamanda Beyazıt Bestami’nin müridi olduğundan, şeyhini methetmeye başlar
ve sözlerini,
-“Benim
şeyhim öyle bir şeyh idi ki, yüzünü gören, cehennem azabından azade olurdu”diye
tamamlar.
Gazneli Mahmut:
-“Ey sofi,
amma da abartıyorsun, Ebu Cehil, Peygamber’in yüzünü gördüğü halde cennete
gidemedi. Senin şeyhin
Peygamber’den daha mı büyüktü?”
der.
Mürit şöyle söyler:
-“Ey
hünkârım, Ebu Cehil Peygamber Efendi’mizin yüzüne, Ebu Talib’in yetimi gözüyle
baktı. Eğer Allah’ın Resulü gözüyle baksaydı o bile cennete giderdi.”
Bu sözler
karşısında Gazneli Mahmut müride hediyeler verir.
***
Bir kısım vatandaş, Hacı Bayram Veli’yi, “Ankara’da Hacı Bayram denilen
bir zat türedi, ortalığa fitne, fesat yayıyor, zararlı fikirlerle halkın
kafasını karıştırıyor” diye Padişah II. Murat’a şikâyet eder. II. Murat da bu şikâyet
üzerine Hacı Bayram Veli’nin baştan boynunu vurdurmayı düşünür. Lakin hocası
Akşemsettin’in: “O değerli adamdır, saraya çağır konuş!” uyarısı üzerine, görüşüp-konuşmak için O’nu Edirne Köşküne
davet eder. İki üç akşam görüşür, sohbet ederler. Padişah, Hacı Bayram Veli
hazretlerini tanıyınca, hocası
Akşamsettin’e şöyle der: “Evet, beni büyük bir hatadan kurtardın” der ve
Hacı Bayram Veli’ye döner: “Benden ne istersin, ne istersen vereceğim.”
Hacı Bayram Veli:
-“Benim müritlerimden vergi alma!” der.
Hacı Bayram Veli, Ankara’ya döner ve Esenboğa’ya yerleşir. Hacı Bayram Veli’nin
müritlerinden vergi alınmayacağını duyanlar Esenboğa’ya gelir çadır kurarlar.
Bütün Esenboğa ovası çadırla dolar. Tarihçiler, “Ovadaki çadırların sayısının
Timur’la Yıldırım Bayazit’in ordularının çadırlarından daha fazla olduğunu” yazarlar.
II. Murat’ın ölümü üzerine Ankara Defterdarı “Hacı Bayram’ın
müritlerinden iki misli vergi alacağız” diye haber gönderir. Bu haber üzerine
koskoca Esenboğa ovasında iki çadır kalır. Biri, Hacı Bayram’ın çadırı, biri de
onun sadık adamının çadırı. Diğer müritler çekip gitmiştir.
***
Bir zamanlar Anadolu’da, bir
şeyhin nezaretinde faaliyet gösteren tekkeler ve dergâhlar varmış. Buralarda şeriat, tarikat hakkında dini
bilgiler verilirmiş.
Bu dergâhlardan birinin şeyhi, mürit
olarak dergâha alacaklarında önce nezaket ve anlayış ararmış.
Bir gün bu dergâhın kapısını, eğitim
almak için gelen biri çalar. Kapıyı açan
"mürit" kapıyı açar ve ne istediğini sorar. O da: “Dergâha girip
yetişmek istediğini” söyler. Mürit,
şeyhine danışmak üzere bir süre gözden kaybolur. Sonra mürit, elinde gümüş bir
tepsi ve tepside ağzına kadar dolu 7 adet kristal bardak olduğu halde döner ve
elindeki tepsiyi kapıda bekleyen delikanlıya uzatır. Delikanlı, tepsiye şöyle bir bakar ve derhal
dergâhın bahçesine koşar. Kopardığı altı adet gül yaprağını getirip su dolu
bardakların üzerine bırakır. Sonra müride döner: “Tepsiyi bu şekilde şeyhine
götür!” der. Mürit, tepsiyi bu haliyle şeyhine götürüp takdim eder. Şeyh
tepsiyi görünce tavırdaki ince manayı kavrar. Bardaklar dolu olduğu halde gül
yaprağı bardakları taşırmamıştır. Bunun üzerine yabancıyı huzura çağırtır ve
ondan, “Gül yapraklarının ne anlama geldiğini açıklamasını” ister. Genç yabancı:
“Gümüş tepsi dergâhın saf ve sadeliğini, 7 bardak, burada 7 tane müridin ders
aldığını, bardakların ağzına kadar dolu olması ise sekizinci bir kişiye ihtiyaç
bulunmadığını anladım. Ben de gül yaprağını bardakların üzerilerine koymakla
sizin sabrınızı taşırmayacağımı anlatmak istedim.” Bu zekice açıklamalar
üzerine şeyh, bu genci dergahına kabul eder.
***
Şair Ebu Dellame, Abbasi hükümdarı Mehdi’ye bir kaside yazar. Yazdığı
kasideyi hükümdara sunar. Hükümdar, kasideyi çok beğenir:
-“Ey şair, sana bu
kasiden için caize olarak ne vereyim?”der.
Şair:
-“Sultanım, canınızın
sağlığını isterim.”
-“Tamam, da
çok istediğin halde sahip olmadığın hiç mi bir şey yok?”
-“Bendeniz
avlanmayı pek severim. O
zaman bir av köpeği isterim.”
-“Şair, bu kadar güzel bir
kasidenin caizesi sadece bir av köpeği
olur mu?”
-“Sultanım kulunuz böyle istiyor.”
-“Peki,” der, “sana
bir av köpeği verile!..”
-“Ama sultanım, bendeniz ava neyle giderim?”
-“Hakkınız var, bir de at verile!..”
-“Sultanım, ata
nasıl bineyim?”
-“Doğru söylüyorsun, bir de eğer
takımı verile!..”
-“Sultanım, ata kim bakacak?”
-“Haklısınız, bir de seyis verile!..”
-“Ben atı nerede barındıracağım?”
-“Bir de ahır yapıla!..”
-“Seyisi nerede
barındıracağım?”
-“
Bir de ev verile!..”
“
-Bunlara neyle bakacağım?”
-“Bin altın harçlık verile!..”
Şair
tekrar:
-“Sultanım!” deyince,
Sabrı taşan hükümdar, şairin sözünü
kesmiş ve: “Daha ileri gidersen, av köpeğini geri alırım ha...” diyerek şairi
durdurmuş.
***
İbn-i Rumi,
sivri dilli bir şairdi. Onun iğneli dilinden kurtulmak isteyen Halife Muted’in
veziri Ebul Hüseyin, şairi ortadan kaldırmaya karar verir. Bir plan yapar. Etrafına bir yemek ziyafeti verir. Şairi de
yemeğe çağırtır. Şaire ikram ettiği şerbetin içine zehir koydurur.
Zeki şair, altın kupa
içinde sunulan şerbetten birkaç yudum alınca zehirlendiğini anlar ve
süratle ayağa kalkarak,
kapıya yönelir.
Göz ucuyla şairi takip eden vezirle, şair arasında şu konuşma geçer:
-“Ey Rumi! Böyle
aniden kalkıp nereye?”
İbn-i Rumi:
-“Göndermek istediğin
yere...”
-“O halde bizim Peder Bey’e de selam söyle!”
-“Merak etme, cehenneme uğrayacak
değilim...”
***
Vaktiyle Elazığ
Vilayeti’nin yerinde ‘Zenger’ adlı bir şehir
varmış. Padişah bir gün vezirleriyle toplantı halinde iken şöyle der: “Tebriz
şehrini gördüm, çok beğendim. Fevkalade mamur ve görkemli bir şehir. Sizler
de gidin, orayı gezip
görün! Zenger’i Tebriz gibi mamur
bir şehir haline getirin!”
Bu görüşmenin üzerinden çok
seneler geçer. Lakin Zenger ‘de gözle
görülür bir gelişme görülmez.
Sonucu merak eden Padişah, bir gün baş
vezire sorar:
“ Acaba Zenger
nasıl oldu? Tebriz’e
benzetebildik mi?”
Baş vezir:
-“Hayır Padişahım...
Bir türlü Zenger’i Tebriz’e benzetemedik... Ama emir buyurursanız, en kısa
zamanda Tebriz’i Zenger’e benzetebiliriz...” der.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder