11 Ocak 2012 Çarşamba

MİZAHIN GÜCÜ



DÜNYADA MİZAH ÖRNEKLERİ

Mizah, insanlık tarihi kadar eskidir. Yani toplu yaşam başladığından beri mizah vardır. Dolayısıyla mizah tarihi eski Mısır ve Sümerlere kadar uzanmaktadır. Ancak biz bu kitapta daha çok popüler yazılı mizah ürünlerine yer verdik.
***
Batı mizahının bilinen babası, M. Ö. 448- 380 tarihleri arasında Atina’da yaşayan Arıstofenes’tir. Aristofanes, Atina ile Isparta arasında süren savaşlar döneminde yaşamış ve komedyalar yazmıştır.
Kadınların Savaşı, Bulutlar (M.Ö.423), Kurbağalar (M.Ö.405) Yargıçlar, Barış (M.Ö421) ve Eşek Arıları, yazardan günümüze ulaşan komedyalardır.
***
Daha sonra Büyük İskender, zamanında yaşayan Diyojen’e ait mizahlara rastlıyoruz.

Makedonya Kralı Büyük İskender, bir gün yolda Diyojen’e rastlar. Onu perişan halde görünce haline acır:
-“Dile benden ne dilersin?” der.
Diyojen:
-”Gölge etme, başka ihsan istemem!”der.
***

Diyojen, insanlık hakkında ümidini iyice yitirmiştir. İnsanlığı toplumun dışında aramayı  düşünür. Eline bir fener alır, kırlarda bir şey kaybetmiş gibi aranır. Gün ışığında onu elinde fenerle bir şey aradığını görenler merakla:
-“Ne arıyorsun?”  diye sorarlar.
Diyojen:
-“İnsanı yitirdim, onu arıyorum” der.
***
Fakir bir adam Büyük İskender’e yaklaşarak seslenir:
-“Azıcık da olsa bir sadaka vermez misiniz?”
İskender, dilenciye:
-“Az bir şey vermek benim şanıma layık değildir” der.
-“O halde siz de çok şey veriniz!”
-“İyi de, o da sana layık değildir.”  

***
(M.Ö.404- 327) yıllarında yaşadığı bilinen İlk Yunan düşünürlerinde olan Diogenes (Diyojen) tiranlara dalkavukluk yaparak yaşayan Aristippos’ şöyle seslenir:
“Zavallı Aristippos, Sen karnını ırmak kenarlarında lahanayla doyurmasını bilseydin, o zalim tiranlara dalkavukluk yapman gerekmezdi.”
Aristippos bu sataşmaya olaya farklı açıdan bakarak şöyle karşık verir:
“Zavallı Diyojen, sen de eğer büyüklerini övmesini bilseydin, o güzelim ömrünü böyle ırmak kenarlarında lahana yiyerek ziyan etmek zorunda kalmazdın.”
***

Milattan önce Yunanlılar ile Persler arasındaki bir savaşta Pers komutanı, Isparta ordusunun komutanına bir mektup yazar. Mektupta şöyle der: “Eğer Yunanistan topraklarına  girecek olursam ortalığı kan ve ateş içinde bırakırım.
Isparta komutanı Lysnros, Pers komutanına ünlü cevabını gönderir:
“Eğer!”
***

Bir gün öğretmeni, Cosroes’u haksız yere cezalandırır. Yıllar sonra Cosroes, kral olup İran tahtına oturuverir. Cosroes’un ilk işi yıllar önce kendisini haksız yere cezalandıran öğretmeni huzuruna çağırtmak olur. Öğretmene o haksızlığın asıl nedenini sorar:

“ Ben hiç hak etmediğim halde beni neden cezalandırdınız?”

Öğretmeni:

“Ben sizdeki zekâyı görünce ileride kral olacağınızı anlamıştım. O yüzden size ders vermek istedim. Adaletsizliğin bir insan üzerinde hayatı boyunca nasıl derin bir iz bırakabileceğini sana göstermek istedim. Umarım bunu düşünür, sebepsiz yere kimseyi cezalandırmazsınız” diye karşılık verir.

***
Bilhassa Yunan sitelerinde yetişen hatiplerin nutuklarında mizaha daha sık rastlanmaktadır.
Yunanlı hatip Demosthenes, konuşmak için kürsüye ilk çıktığı vakit, dili tutuk ve ses tonu bozuk idi. Çok gülünç duruma düştü. Bu hadiseden sonra on yıl ortalıktan kayboldu. Kimseye görünmedi. Tekrar ortaya çıkınca 27 yaşındaydı.. Azim ve iradeyle çalışıp, dilindeki kekemeliği  yenmişti.
İran ordusu Yunanistan’ı istila ettiği zaman, bütün siteler arasında birliği sağlayan ve düşmana karşı mukavemeti başlatan Demosthenes’in nutuklarıydı.
Makedonya Kralı II. Philippe M.Ö.382 yılında bütün Yunan sitelerini istila etmek için Atina üzerine yürüdüğünde Demosthenes, Atina halkını şu tarihi nutkuyla galeyana getirdi:
“ Ne vakit ey Atinalılar, ne vakit vazifenizi ifa edeceksiniz? Ne duruyorsunuz? Harekete geçmek için, daha mühim bir zaruret mi bekliyorsunuz. Cereyan etmekte olan ahvale siz ne isim veriyorsunuz? Daha mühim zaruret ne olabilir? Makedonyalıların Atina’yı ele geçirip, bütün Yunanistan’ı istila etmesinden daha feci bir hadise tasavvur edilebilir mi?
Bazıları Philippe’nin öldüğünü, bazıları hasta olduğunu söylüyorlar. Ölürse ne olacak yani? Siz bu tarzda hareket etmekte devam ederseniz, yeni bir Philippe daha çıkacaktır. Onu bu zafere kavuşturan kendi kuvvetinden ziyade, sizin lakayt davranışlarınızdır.”
***
Sokrates yaşadığı toplumun Tanrılarına karşı geldiği için ölümle cezalandırılır.
Kararı, haksız bulan karısı, büyük bir kin ve nefretle haykırır:
-“Zalim yargıçlar! Seni haksız yere ölüme mahkûm ettiler!”
Sokrates:
-“Allah da onları ölüme mahkûm etmiştir...”
-“İyi ama seni haksız yere ölüme mahkûm ettiler...”
Sokrates:
-“İyi de karıcığım, ya haklı yere ölüme mahkûm etselerdi, o zaman daha mı iyiydi?”
***
İskender, Aristoteles’e sorar:
-“Yiğitlik mi iyidir, dürüstlük mü?”
Aristoteles, soruya yeni bir soruyla karşılık verir:
-“Eğer dürüstlük olsaydı, yiğitliğe ne lüzum kalırdı ki?”
***
Diyojen, bir gün kentin sokaklarında dolaşırken, bir malikânenin kapısında, şöyle bir yazı görür:
“ -Bu malikânenin kapısından içeriye dürüst olmayanlar giremez.”
Diyojen, malikânenin kapısında durur ve kapıyı çalar.
İçerden çıkan uşağa sorar:
“ -Söyler misiniz bana? Acaba bu malikânenin sahibi, içeriye hangi kapıdan giriyor?”
***
Çiçeron’a derler ki:
-“Roma neden yıkıldı?”
Çiçeron şöyle der:
-“Güzel konuştuk, çok konuştuk; ama bilgisizdik.”
***
Rivayete göre Atina kralı Alkıbi Yades’in bir köpeği varmış. Bir gün köpeğini tıraş ettirmiş. Hem de sıfır numaraya… Bunu duyan Atina halkı, bir hafta boyu köpeğin tıraşından söz etmiş.
Alkıbi Yades bir başka hafta köpeğini mora boyatmış, Atinalılar bu defa da köpeğin rengini konuşmuşlar.
Dedikodular diner gibi olunca bu defa da köpeğe şapka giydirmiş, kulağına küpe taktırmış.
Alkıbi Yades, kamuoyunu köpeği ile üç yıl bu şekilde oyalamış, manasız kavgalarla polemiklerle uğraşmadan enerjisini Atina’nın kalkınmasına yoğunlaştırmıştır.
***
Sokrates, günün büyük bir bölümünü öğrencilerine harcardı. Onların daha iyi yetişmeleri için büyük çaba gösterir, evinin yolunu unuttuğu olurdu. Eve, gaz mı lazım, tuz mu lazım, ne alınacak, ne verilecek, hiç ilgilenmezdi.
Evin tüm işleri eşinin üzerine kalmıştı. Sokrates’e içten içe kızan hanımı,  bir gün kovalarla sudan gelirken, Sokrates’i yolda öğrencileriyle beraber görür ve öfkesi kabarır. Bağırıp çağırır, ağzına geleni sayıp döker; ama Sokrates hiçbir tepki vermez. Hanım hırsını alamaz, elindeki su kovasını, Sokrates’in başından aşağı boşaltır. Sokrates, yine de en ufak bir tepki göstermez. Öğrenciler, dayanamaz, başından beri tepki vermeyen hocalarına sorarlar:
-“Hocam, o kadar hakarete uğradınız, ses çıkarmadınız. Başınızdan kovaları boşalttı, yine aldırmadınız. Bunu nasıl açıklayacaksınız?”
Sokrates gayet sakin:
-“Sevgili öğrenciler, buna niye şaşırıyorsunuz ki, o kadar gürültüden sonra, yağmur yağacağı belliydi” diye karşılık verir.
***
Rivayete göre Frikya Kralı Midas, altın meraklısıymış, altına karşı aşırı bir zaafı varmış.
Bir rivayete göre:
Bir gün Olimpos dağındaki Tanrılardan güçlü bir ses gelir: “Ey Midas! Dile bizden ne dilersen!”
Midas, altını çok seviyor ya sonunu düşünmeden şu dilekte bulunur:
-Ey Tanrım, bana öyle bir kudret ver ki,  dokunduğum her şey altın olsun!”
Midas’ın bu dileği kabul edilir.
Dokunduğu her şey, altın olmaya başlar. Eline aldığı ekmek bile anında altına dönüşür. Karnını doyuramaz, susuzluğunu gideremez. Sonunda Midas, altınların içinde açlıktan ve susuzluktan ölür.
***
            İskender’e Bucéphale adında bir at hediye edilir. At, oldukça alımlı ve görkemlidir; çok hırçındır. Hiçbir biniciyi, yanına yaklaştırmaz. En meşhur biniciler davet edilir. Lakin hiç kimse, atı terbiye etmeyi başaramaz. İskender, illa da ata binmek ister. Kendisi atla bizzat ilgilenmeye başlar. Aristo’nun öğrencisi olan İskender, sonunda atı rahatsız eden nedeni bulur. At, kendi gölgesinden ürkmektedir. İskender, önce gölgeyi yok etmek için atın kafasını güneşten yana çevirir. At, kafasını güneşe çevrilince gölgesini göremez, sakinleşir. İskender, fırsattan istifade  üzerine atlayıp onu güneşe doğru sürer.

***

Roma’lı  senatör  Claudius, bir gün senatoda kürsüden şöyle seslenir:
-“Sezar’a artık kızamazsınız! Sezar’ın bir yüreği vardı. Siz kendi yüreklerinizi ona verdiniz. Onun bir beyni vardı. Siz kendi başlarınızı eriterek ona kattınız ve Sezar’ın dili ne şekilde olursa olsun benliğinize uzandı ve onu hayat kaynağı sandınız. Böylece Sezar yok, Sezar artık sizsiniz. Onun için Sezar’a kızamazsınız.”
***
Sezar, askerlerinin başında Roma sokaklarında ilerlerken, halkın arasından bir kadın ileri atılarak var gücüyle bağırır:
-“Büyük Sezar, büyük Sezar! Beni dinlemelisin!”
Sezar,  kadının bağırarak kendine doğru geldiğini görünce kızar, askerlerine emreder:
-“Çabuk susturun şu cahil kadını!”
Kadın, askerlerin kendi üzerine doğru geldiğini görünce sesini daha da yükseltir:
-“Mademki Sezar’sın, beni dinlemek zorundasın. Sen de Sezar olmasaydın…” der.
Bu haklı söz karşısında Sezar, emrini değiştirir, kadını dinler ve meselesinin çözümü için askerlerine emir verir.

***
Bilindiği gibi Roma İmparatoru Julius Sezar, manevi oğlu Brütüs tarafından bıçaklanarak öldürülmüştür. Yakınları Brütüs’e sorarlar:
-“Sezar seni kimsesiz bir çocukken yanına aldı, besledi, büyüttü. Seni evlat diye bağrına bastı. Sezar senin hem maddi ve hem de manevi babandı. Onu neden böyle hunharca öldürdün?  Yoksa Sezar’ı sevmiyor muydun?”
Brütüs kendini şöyle savunur:
-“Sezar’ı seviyordum ama Roma’yı daha çok seviyordum...”
***
İrlanda'nın dikta ile idare edildiği yıllarda yaşayan büyük İrlanda şairi Thomas Moor, yazdığı yazılardan dolayı yazı yazmama cezası verilmişti. Kalem, kâğıt, mürekkep gibi şeylerin cezaevine sokulmasına izin verilmiyor. O da mektuplarını kömürle yazıyordu.
Bir mektubunda şunları yazmıştı: “Senin sevgi dolu mektupların beni ne kadar sevindiriyor biliyor musun? Sevincimi yazı ile ifade etseydim bir demet kömür buna yetmezdi.”



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder