Amerikan Kongresinde mizah gücüyle tanınan en ünlü hatiplerinden biri Senatör A. Barkley'dir.
Barkley'e, gazeteciler, bağlılık ve vefakârlık üzerine ne düşündüğünü sorarlar. Barkley şunları anlatır:
"Benim seçim bölgemde bir çiftçi vardı. Çiftliğini onarması için hükümetten önemli miktarda kredi temin ettim. Bir kızının üniversiteye, bir oğlunun Harp Akademisine girmesinde yardımcı oldum. Damadına özel bir şirkette iş buldum. Fakat son seçimlerde ben seçim için mücadele ederken onun muhalif partiden bir başkasını desteklediğini duyduğumda şaşırdım. Kendisini ziyaret ederek dedim ki:
"Bu seçimlerde oyunu bana vermeyeceğini duydum, doğru mu?
Seçmen kafasını bana doğru sallayarak tasdik etti:
" Doğru" dedi. Bunun üzerine ben de onun için yaptıklarımı birer birer saydım ve ekledim:
" Bütün bunları elbette unutamazsın!"
O da zaten unutmayacağını, söyleyerek sözünü şöyle tamamladı:
" Ama benim için son yıllarda başka ne yaptın ki?"
***
Amerika'da nüktedanlığıyla tanınan 'Demokrat Partili' bir politikacı, bir kasabada seçim konuşması yapmaktadır.. Bir ara dinleyiciler arasında bir hareket, bir dalgalanma görerek merakla sorar:
" Arkadaşlar, orada ne var, ne oluyor?"
Kalabalığın içinden canhıraş bir ses duyulur:
"Cüzdanımı çarpmışlar!"
Konuşmacı, buna gerçekten üzüldüğünü belirterek şöyle seslenir:
"Ama aranızda 'Cumhuriyet Partililerin' de bulunacağını ben nerden bilebilirdim ki?"
***
Bütün kapıların kapandığı bir zamanda mizah insana kapı açar.
Her iki fıkrada da hatipler, mizahın sihirli gücünden yararlanarak ilgiyi üzerlerine çekmeyi başarmışlardır.
Batı'da siyasetle mizah hep yan yana, iç içe olmuştur. Konuşmaları arasına mizah katan hatip, geniş halk kitleleri üzerinde daha etkili olmuşlar ve her toplumda sevilip kabul görmüşlerdir. Mizahsız hitabet, baharatsız yemeğe benzer, fazla iştah uyandırmaz.
***
İngiltere'nin en iyi hatiplerinden R.Sheridan bir gün Londra'nın ünlü St. James caddesinden geçerken kraliyet ailesine mensup iki dükle karşılaşır. Düklerden biri der ki: "Bay Sherry, seni gördüğüme sevindim. Biz de biraz önce senden söz ediyorduk. Yalnız bir nokta üzerinde anlaşamadık: Sen büyük bir aptal mısın, yoksa büyük bir sahtekâr mı?"
Sheridan hiç bozuntu vermeden, iki dükün arasına girip kollarıyla biraz mesafeyi ayarladıktan sonra, "Bunu bilmeyecek ne var, ben şu anda ikisine de aynı uzaklıktayım" diyerek aradan sıyrılıverir.
***
Meclis'te bir oturum esnasında genç bir milletvekili, yaşlı bir milletvekiline, kürsüde konuşurken:
" Kısa kes moruk!" diye seslenir.
Bu söze bir hayli içerleyen milletvekili, o anda uygun bir söz bulamadığı için cevap vermez. Ama bir yandan da kendisine seviyesizce hitap edilmesine çok üzülür. Bu lafın altından nasıl kalkacağını düşünür. Daha sonra yapılan oturumlardan birinde, söz sırası kendisine gelince kürsüye çıkar ve şunları söyler:
-"Ben burada herhangi bir kimseyi hedef almıyorum. Sadece herkesin de bildiği bir gerçeği belirtmeden de yeni bir konuya geçmek istemiyorum. Şu bir gerçektir ki, 35 yaşındaki bir eşek, 60 yaşındaki bir 'moruk'tan daha yaşlı sayılır."
Yaşlı vekil, genç milletvekiline bu nükteyle oldukça incitmeden zarif bir ders vermiştir.
***
Mizah, farklı düşüncedeki insanlar arasında gerekli hoşgörüyü, iyimserliği sağlayarak öfkeyi uzaklaştırır ve klima gibi havayı ısıtarak çatışmayı önler.
Bizim toplumda birine böyle bir söz söylense, orada hemen hır çıkar, kıyamet kopar. Ama bakın, adamlar hayata ve olaylara mizah penceresinden bakıyorlar. Olayları fazla ciddiye almıyorlar. Maruz kaldıkları nahoş bir tavır veya sözle nükte yoluyla başa çıkmayı biliyorlar.
***
Amerikan Temsilciler Meclisine başkanlık eden Carl Albert seçim bölgesinde kürsüde konuşma yaparken bir genç şöyle seslenir: "Efendim bugün bana ilham verdiniz. Size çok teşekkür ediyorum" der.
Bunun üzerine konuşmacı, merakla sorar: "Bir dinleyicim kendisine ilham verdiğimi söylüyor. Acaba niyetini bizimle paylaşır mı? Ne yaptım da ilham verdim?"
Genç, şöyle yanıtlar:
" Bana boyunuzla ilham verdiniz. Siz bu boyla, Temsilciler Meclisine başkan seçildiğinize göre, benim de bu boyda Amerika'ya Cumhurbaşkanı olmam gerekir."
***
Batı'da mizah çok yaygıdır. Bazen en zor bir mesaj, bir mizahla çok kolay bir şekilde anlatılabilir.
Lozan müzakereleri sırasında İngiliz Başvekili Lloyd Gürzon, Türk tarafını ikna edemeyeceğini anlayınca, mizahi bir üslup kullanarak İsmet İnönü'ye şunları söyler:
" Masada bütün reddettiklerinizi bugün cebime koyuyorum. Yarın bize yardım istemeye gelince birer, birer çıkarıp ödettireceğim."
İsmet Paşa:
"Şayet gelirsek!" diye karşılık verir.
***
Mizah, hoşgörü ve iyimserlik duygularını harekete geçirir ve şeytanı oradan uzaklaştırır.
İngiliz Parlamentosunun en iyi hatiplerinden biri olan R.B. Sheridan (1751-1816), aynı zamanda bir tiyatro yazarıdır. Sheridan, muarız bir milletvekili kürsüde konuşurken sık sık su içtiğini görünce, oturduğu yerden başkana seslenir:
-"Sayın başkan, hatip sadetten dışarı çıkıyor."
Başkan:
-"Nasıl yani?"deyince,
Sheridan sözlerini:
-"Sayın başkanım bir yel değirmeninin su ile çalışmakta direnmesi sadetten dışarı çıkmak değil de nedir ya?" diye tamamlar.
***
Sheridan başka bir gün, Delpini'yi tersler:
-"Galiba mevkiinizi unutuyorsunuz..." der.
Hatiplikte ondan geri kalmayan Delpini altta kalmaz:
-"Hayır, Bay Sheridan, gerçekten unutmuş falan değilim. Aramızdaki farkı gayet iyi biliyorum. Doğuş itibari ile aile ve eğitim durumu bakımından siz benden üstünsünüz; ama yaşama tarzı karakter ve davranış söz konusu olduğunda ben sizden üstünüm. Bunu kabul edin!
***
Sheridan, mizahın gücüyle muhaliflerini hırpalamayı severdi.
Sheridan, bir gün Lord Lauderdale'in arkadaşlarına fıkra anlattığını görür. Hemen araya girerek:
"Azizim Laouderdale, Allah'ını seversen sen fıkra anlatmaya kalkışma! Çünkü hiçbir fıkra senin ağzında gülünecek gibi durmuyor" der. Başka bir sefer Lauderdale'i ses çıkarmadan salonda bekleyen dinleyiciler arasında görünce dinleyicilere dönerek: " Ne var ne oluyor? Niye böyle süt dökmüş kedi gibi duruyorsunuz, yoksa Lauderdale size fıkra mı anlatıyor?" diye takılır.
***
Sheridan, nükte yapma yeteneği sayesinde, muhaliflerinin bile ilgisini çekerdi. Bir gün seçmenlerinin nabzını yoklamak için seçim bölgesine giderken bindiği otobüste yan koltukta oturan iki yolcunun kendi bölgesinden olduklarını anlar.
-"Oyunu kime vereceksin?"
-"Elbette Paoul'a, Gerçi onun pısırık, bilgisiz ve ukala biri olduğunu bilmiyor değilim, ama şu aptal Sheridan olmasın da kim olursa olsun!"
Sheridan, bu konuşmaları sesini çıkarmadan dinler. Otobüs, yemek için mola verince, Sheridan ilk önce konuşan seçmene yaklaşıp sorar
-"Affedersiniz, fevkalade bilgili ve sevimli arkadaşınızın ismini bana söyler misiniz?"
" -Onun adı, R. Wilson. Kendisi çok tanınmış bir avukattır."
Araba tekrar yola koyulduktan sonra Sheridan o iki seçmene avukatlıkla ilgili ilginç şeyler anlatır: " Hukuk öğretimi görenler, devlet ve yurt hizmetlerinde zirveye çıkabilirler. Hukuk sahasında edindikleri bilgi ve deneyimlerle üzerlerine aldıkları her işi layıkıyla yerine getirebilirler. Tarihimizde başarıya ulaşmış insanlar arasında avukatlar çoktur. Ama bununla beraber üzülerek belirtmeliyim ki, toplumda en büyük sahtekârlardan bazıları ne yazık ki avukatlardır. İşittiğime göre bunlardan biri de Richart Wilson adında bir avukatmış."
Yolcu, hemen itiraz eder: "Ama avukat Wilson benim" der.
Tam yeri gelmiştir. Sheridan tokalaşmak üzere elini uzatır: "Ben de Richart Sheridan" der. Avukat Wilson, bu olaydan sonra, Sheridan'ın seçim menajerliğini üstlenir.
***
Sheridan, aynı zamanda tiyatrocudur. Çağın piyes yazarlarından Cumberland, bir gün çocuklarını Sheridan'ın 'Skandal Mektebi'ne götürür. Oyun esnasında çocuklar sahnedeki nüktelere gülmeye başlarlar, Cumberland, çocuklarına gülmemelerini söyleyerek: "Ne gülüyorsunuz? Bunda gülünecek bir taraf yok ki!" der.
Cumberland'ın bu sözleri sonradan kendisine nakledilince Sheridan hafiften tebessüm eder ve şöyle der: "Cumberland, benim komedime gülen çocuklarını azarlamakla büyük nezaketsizlik etmiş. Oysa ben şahsen onun trajedisini izlemeye gittiğimde hep gülerim."
***
Sheridan, bir toplantıda konuşulurken, editörlerden birinin sağda solda kendisinin 'yazarların eserlerine şöhret kazandıracak güce sahip olduğunu' iddia ettiğini duymuş. Hemen taşı gediğine kondurmuş: "Sormayın, herkese öylesine fazla şöhret dağıtıyor ki, elinde kendisi için şöhret kalmıyor."
***
Mizah, hoşgörü ve iyimserlik duygusu yarattığı için insanlar üzerinde yatıştırıcı bir etki uyandırır.
Benjamin Franklin, bir gün eyalet kongrelerinden birinde kürsüde Anayasa hakkında konuşurken arka sıralardaki bir dinleyici ayağa kalkarak: "Bu sözler hiçbir şey ifade etmiyor. Anayasanın garanti edeceğini söylediğin saadet hani nerde?" diye sorar.
Franklin, gülümseyerek şöyle der: "Arkadaş, Anayasa Amerikan halkına sadece saadetleri peşinde gitme hakkını garanti ediyor. Saadeti yakalayacak olsan sensin, sen!"
***
Dikenleri, güle döndürmenin en iyi yolu mizahtır. Mizah, pratik zekâ işidir.
Franklin'e sormuşlar:
-"Akıllı kimdir?"
-"Herkesten öğrenendir."
-"Güçlü kimdir?"
-"Hırslarını yenebilendir."
-"Zengin kimdir?"
-"Halinden memnun olandır."
-"Peki, o kimdir?" diye sormuşlar,
Şöyle cevap ermiş:
-"Hemen hemen hiç kimse…"
***
Amerikan siyasi hayatında nükte alanında onun için: "Kimsenin John Randolph'la aşık atamayacağı" söylenir.
J. Randofh, bir gün Amerikan Temsilciler Meclisi kürsüsünde konuşurken Edwar Livingston adındaki muhalifini şu sözlerle yerden yere vurur:
" Edward, üstün yeteneklere sahip birisidir. Ama ıslah olunmaz derecede dejenerasyona uğramıştır. O yüzden üzerine ay ışığı vurmuş kokmuş bir palamut gibi, hem kokmakta, hem de parlamaktadır" der.
Randolph, Richart Rush'ın Maliye Bakanlığı'na getirildiğini öğrenince şöyle der:
" Böylesine sıradan ve böylesine vasat birinin, böylesine önemli bir mevkie getirildiği tarihin hiçbir devrinde görülmemiştir. Ama durun durun, sözlerimi geri alıyorum: Galiba Galigula (Caius Caesar), kendi atını konsül tayin etmişti. Ancak bu olay, müstesnadır."
***
Senatör Clay ile Randoph birbirlerini iğnelemekten geri duramazlarmış. Hatta bu ikilinin birbirlerini düelloya davet ettikleri bile söylenir.
Bir defasında bu ikili, dar ve oldukça çamurlu bir sokakta karşılaşmışlar. Clay: "Efendim, ben bir çapkın yüzünden kaldırımdan inemem" der.
J. Randolph, derhal kaldırımdan aşağı inerek:
" Hâlbuki ben her zaman inerim" diye karşılık verir.
Bu örnekte olduğu gibi mizah, gerginliği alır. Mizah, ehlinin elinde gayet güzel bir iletişim ve etkileşim kurma aracı olabilir. Mizah, insandaki yapıcı duyguları öne çıkartır. Dikkat edilirse bu örnekte kullanılan dil sivri bile olsa, gülme ve güldürme duygusunu ve tabii hoşgörüyü harekete geçirerek havayı tıpkı bir klima gibi yumuşatmıştır.
***
J. Randolph, Senatör Henry Clay'le pek anlaşamazmış. H. Clay'ın cumhurbaşkanlığına aday olacağı duyunca şöyle demiş:
" Bay Clay'ın gözleri Cumhurbaşkanlığı makamına dikilidir, ama benim gözlerim de onun üzerine…"
Henry Clay'ın da ünlü bir sözü vardır: "Cumhurbaşkanı olmaktansa, haklı olmayı tercih ederdim."
Amerikan senatosunun renkli simalarından olan Henry Clay, mizahın gücüne inanarak hasımlarına karşı dilini, keskin bir bıçak gibi kullanmıştır.
Bir keresinde Senato kürsüsünde, son derece cansız ve sıkıcı bir üslupla uzun uzun konuşan, muhalif kanattan bir senatöre Clay:
-"Lütfen, kısa keser misiniz?" diye seslenir.
Konuşmacı,
-"Efendim, siz şimdiki nesillere hitap ediyorsunuz. Ben ise, gelecek nesillere…"
Clay şöyle der:
-"Doğru diyorsunuz, dinleyicilerinizin salonda görünmelerine kadar konuşmayı sürdürmeye azmetmiş bir haşldesiniz."
***
Yine bir gün, muhalif bir Senatör arkadaşıyla Washington'daki bir otelin bahçesinde otururken, önlerinden bir grup katır geçer. Arkadaşı, ona:
-"Bak Clay, senin seçmenlerin geçiyor" diye takılır.
Clay, anında:
-"Herhalde senin seçmenlerine ders vermeye gidiyorlar" der.
***
J. Randolph' karşı kimse, mecliste kılıç şakırdatamazdı. Bir defasında Randolph, Temsilciler Meclisinde kürsüde konuşurken Ohio milletvekili olan bir zat, iki de bir senatöre: "Zenci haklarına geçelim" diye laf atmaya başlar. Milletvekili aynı sözü birkaç defa tekrar edince, Randolph daha fazla dayanamayarak şöyle der:
" Sayın Başkan, Hollanda'da bazı aileler geçimlerini temin etmek için birkaç tahta ve deri parçasıyla birkaç dakika içinde, parmaklarla basıldığı zaman "kuku, kuku" şeklinde sesler çıkaran bir oyuncak yapıp satarlar. Zekâları Hollandalılardan daha kıt olan Ohio'lu seçmenler, çok daha kötü kaliteli malzeme kullanarak öyle bir oyuncak yapmışlar ki, ancak var gücünüzle ve bütün avucunuzla bastığınız vakit sadece şu sesi çıkarır; "Zenci haklarına geçelim. Zenci haklarına geçelim."
***
Amerika senatosunun nüktedan hatiplerinden biri de Benton'du. Benton, kelimelerle büyük bir ustalıkla oynardı.
Bir gün siyasi bir rakibine şöyle der:
" Ben hiçbir zaman kavga etmem. Fakat bazen savaşırım. Savaştığımda ise ardından bir cenaze çıkar."
Benton, lafı cebinde gezen bir siyasetçiydi. Uzun süre hastalık geçiren başka bir muarızına da şöyle takılır:
" Ulu Tanrı, elini bir kimsenin üzerine koyduğu vakit, Benton elini kesinlikle ondan çekiverir."
***
On dokuzuncu yüzyılın başlarında yetişmiş hatiplerden Benjamin Disraeli de, muhataplarını mizahla köşeye sıkıştırırdı.
Disraeli, bir seferinde kürsüde konuşurken muhaliflerden biri oturduğu yerden şöyle seslenir:
" Bay Disraeli, Sesini yükselt sesini! Bize ulaşmıyor."
Disraeli, şöyle der:
" Gerçekler yavaş gider, ama üzülme zamanla sana da ulaşacaktır."
***
Disraeli, bir başka zamanda kürsüde konuşurken dinleyicilerden biri: "Çok ağır konuşuyorsun, biraz çabuk konuşun!" diye seslenir.
Hazırcevap hatip, hemen taşı gediğine koyar:
"Senin için çabuk konuşmak bir mesele değildir. Çünkü sen tek heceli kelimelerle konuşabilirsin. Ama ben, bulunduğum mevki ve sorumluluk gereği konuşurken ağzımdan çıkan her kelimeyi tartarak konuşmak zorundayım. Benim görevim sana ışık tutmak ve seni aydınlatmaktır. Şayet ben de senin gibi bağırsaydım, buradan ayrıldığın zaman kafanda hiçbir değişiklik olmayacak, aptal gelmiş ve aptal ayrılmış olacaktın."
***
Yine bir gazeteci, yaptığı röportajın sonunda Benjamin Disraeli'e sorar:
-"Talihsizlikle felaket arasına ne fark vardır?"
B. Disralelli, bu soruya o dönemin Başbakanına gönderme yapmak için bir fırsat bilerek şöyle cevap verir:
-"Eğer Başbakan Glodstone, Thames Nehrine düşerse bu bir talihsizliktir. Eğer biri onu nehirden çıkarırsa bu bir felaket olur.
***
Disraeli, Avrupa'da süren savaşlar sırasında, Londra'da taraflar arası bir kongreye seçilir ve kongreyi istediği gibi yönetmeye başlar. Buna fena halde canı sıkılan Alman Başvekili Bismark, fırsat kollamaktadır. Bir ara punduna düşürerek şöyle der:
-"Biz Almanlar, Afrika'da yeni bir ülke satın aldık. Orada Yahudilerle, domuzlara karşı özel müsamaha gösterilecektir. Ne dersin?"
Söz ustası Disraelli, hiç altta kalır mı? Sözünü ağzına tıkar:
-"Çok şükür ki ikimiz de buradayız" der.
***
Disraeli'nin veciz sözleri de çoktur. Burada onlardan birine yer vereceğim:
" Gençlik hata, erişkinlik mücadele, yaşlılık ise pişmanlık çağıdır."
***
Amerika'da bir seçim konuşmasında, W.H.Taft'a seçmenlerden biri bir lahana fırlatır. Lahana yuvarlanarak Taft'ın konuştuğu kürsüsünün önüne kadar gelir. Bunu gören Taft, nükteyi patlatıverir:
"Sayın hanımefendiler ve Beyefendiler, görüyorum ki, muhaliflerimizden birisi kafasını kaybetmiş, bakın burada kürsünün önünde duruyor!"
***
Bilhassa Amerika Devlet Başkanlarından A. Lincoln'ın mizah gücüne hayran kalmamak mümkün değildir.
Bir gün, "Hâlâ doğru dürüst bir geçim sağlayamadıktan sonra bu kadar okuyup yazmanın sana ne faydası var?" diye soran komşusuna Lincoln, şöyle der:
" Sevgili komşucuğum, eğitimin amacı doğru dürüst bir geçim sağlamak değildir. Eğitim, onu elde ettikten sonra hayatınıza nasıl bir istikamet vereceğinizi öğrenmektir."
***
A. Lincoln'ın karşılaştığı zorluklarla başa çıkmasında mizah gücünün payı büyüktür.
Avukatlık yaptığı dönemde duruşma salonunda karşı tarafın avukatı, Lincoln'ı fena halde hırpalar. Lincoln'ın savunması avukatı kör inadından vazgeçirmeye yetmez. Lincoln, taktik değiştirerek mizaha başvurur:
-"Pekâlâ, söyle bakalım. Bir öküzün kaç ayağı var?"
Hiç beklenmedik bir soruyla karşılaşan rakip avukat bir çırpıda,"Kaç olacak? Tabi ki dört" diye yanıtlar.
-"Haklısınız meslektaşım. Bununla beraber bir an için kuyruğu da ayaktan sayarsak öküzün kaç ayağı olur?"
Asıl konuya dönmek için sabırsızlanan avukat, baştan savarcasına şöyle der: "Elbette beş. İyi de bundan ne çıkar?"
Lincoln devam eder: "Bundan senin her konuda yanıldığın çıkar; çünkü bir öküzün kuyruğu ayak olsun demekle kuyruk asla ayak olmaz. Senin iddiaların da tıpkı buna benziyor."
***
Lincoln, avukatlık mesleğinde çok başarılıydı. Rakiplerini duruşmalarda silkeleyip atıyordu. Bu yönde kendine güveni tamdı. Siyasete atılmaya ve bu gücünü siyasi hayatta kullanmaya karar verdi. Temsilciler Meclisi üyeliğine soyundu. Aklı fikri parlamentoya gitmekti. Bir Pazar günü vaaz dinlemek için kiliyse gitti. O gün, kürsüdeki konuşmacı ünlü vaiz Peter Carl Wirght'dı. A. Lincoln, vaizin konuşmasından çok, aklındakilerle meşguldü. A.Lincoln'nın derin düşüncelere daldığı bir sırada vaiz, "Cennete gitmek isteyenlerin ayağa kalkmalarını" ister. Tabii A.Lincoln dışındaki herkes ayağa kalkar. Vaiz, bu defa da "Cehenneme gitmek isteyenlerin ayağa kalkmasını" ister. Lincoln bu çağrıyı da duymadığından haliyle istifini bozmaz.
Papaz, bunun üzerine A.Lincoln'a dönerek seslenir:
-"Bay Lincoln, cennete de, cehenneme de gitmek istemiyorsa, acaba nereye gitmek istiyor? Bunu bizimle paylaşmak istemez mi?"
Lincoln yerinden oturduğu yerden yavaşça ayağa kalkarak şöyle der:
-"Ben şahsen parlamentoya gitmek isterim efendim!"
***
Başta tuttuğu her işte başarısızlığa uğrayan, girdiği her seçimi kaybeden A.Lincoln, mücadelesine yılmak bilmeyen bir azimle devam eder. Zira kendine güveni tamdır ve başaracağından çok emindir. 1934 yılında Temsilciler Meclisi'ne seçilir. Ama burada yaptığı ilk konuşma tam bir fiyaskodur. Lincoln konuşmak için kürsüye çıktığı vakit heyecanlanır. Heyecanın etkisiyle aklındakileri unutur, ne söyleyeceğini bilemez. Sözüne, "Sayın başkan, kabul ediyorum ki..." diye başlar; ama sözün arkasını bir türlü getiremez. Heyecan hafızasındaki bilgileri silip süpürmüştür. Kendisini toplayarak, söze yeniden başlar. "Sayın başkan kabul ediyorum ki…" der; fakat sözün sonunu yine getiremez. Üçüncü kez tekrarlar. Bu defa da aklına bir şey gelmez. Kürsüden iner ve çaresiz yerine geçip oturur.
Bunun üzerine muarızlarından, Stephen Douglas, bu fırsatı ganimet bilir, şöyle der:
" Sayın başkan ve değerli arkadaşlarım, A.Lincoln, gördüğünüz gibi, üç defa kabul etti, lakin bir defa bile çıkaramadı."
Bu durum, bir süre Meclis'te alay konusu olur.
***
Eskiden yakın dostu iken sonradan muhalif olan Mr. Douglas, kıskançlıkla bir gün meclis kürsüsünden ona şöyle seslenir:
" Ben A. Lincoln ile bir içki dükkânında tanıştım. Bir zamanlar tezgâh arkasında içki satıyordu."
Douglas, bu sözleriyle Mr. Lincoln'ın içki içtiğini ima etmek ister.
A.Lincoln, kürsüye çıkar, sözü sataşmaya getirerek, kendini bilmez muhalifine unutamayacağı bir ders verir:
" Sayın baylar, Douglas'ın dedikleri kesinlikle doğrudur. Benim bir vakitler küçük bir dükkânım vardı. Bay Douglas da, en iyi müşterilerimden biriydi. Çok defa ben, tezgâh arkasından Bay Douglas'ın viski bardağını doldururdum. Yıllar gelip geçti. Şimdi buradayım ve milletvekiliyim. Aramızdaki en bariz fark şudur: "Ben tezgâhın başından çoktan ayrıldım. Fakat Bay Douglas hala o tezgâhın başındadır ve yine aynı sandalyede oturmaya devam etmektedir."
Böylece Lincoln, keskin mizah gücüyle rakibini yere serer.
***
A. Lincoln Cumhurbaşkanı olunca, ilk kabinesine Maliye Bakanı olarak Chase'ı getirmişti. Oysa Chase, kendisine rakipti. Onun gözü de Beyaz Sarayda idi. Lincoln bunu biliyordu, ama göz yumuyordu.
Bir keresinde New Yorg Times gazetesinin sahibiyle sohbet ederken şöyle demişti:
" Sen köyde doğmuştun değil mi? O halde at sineğinin ne olduğunu iyi bilirsin. Bir gün kardeşimle birlikte tarlada çift sürüyorduk. Atımız çok yaşlıydı. Ağır gidiyordu. Ama ne olduysa birden öyle hızlandı ki arkasında yetişemiyorduk. Tarlanın öbür ucuna geldiği vakit, atı koşturan şeyin kuyruğunun altına giren at sineği olduğunu anladım. Bir vuruşta sineğin hakkından geldim. Kardeşim sineği niçin öldürdüğümü sordu. "At sineğinin, zavallı atın canını yakmasına göz yumamazdım" dedim. Kardeşim, "Fena mı işte, atın süratlenmesini sağlıyordu" diye sitem etti.
Bunları söyledikten sonra asıl maksadı açıkladı.
Ben şimdilik Bay Chase'i iteklemek zorunda kalmıyorum. Başında bulunduğu Bakanlık iyi gidiyor" dedi.
***
Lincoln son derece dürüst ve çalışkandı. Bunu, şu sözü açıkça ortaya koymaktadır: " Eğer vatandaşların güvenlerini kötüye kullanacak olursam, onların sevgi ve itimatlarını tekrar kazanmam söz konusu olamaz. Zira bir kimseyi her zaman için aldatabilirsiniz, hatta bazılarını bir zaman için aldatabilirsiniz; fakat herkesi her zaman aldatamazsınız."
***
A.Lincoln'un yüzü, fiziki görünüm itibarıyla oldukça çirkinmiş. Kendisi de bunun farkındaymış. Mecliste bir konuşma esnasında, muhaliflerden Douglas, oturduğu yerden Lincoln'a laf atar: "Sayın milletvekilleri, A. Lincoln'ın her dediğine sakın inanmayın! O iki yüzlüdür" der.
A.Lincoln, gayet sakin bir halde karşılık verir:
"Hanımefendiler ve beyefendiler! İkiyüzlü olmam konusunda sizlerin değerli kanaatlerine müracaat etmek istiyorum. Soruyorum size, eğer benim iki tane yüzüm olsaydı, öbürü dururken hiç bu yüzümü kullanır mıydım?"
Bu sözler, Meclis'te sayfalar dolusu bir konuşmadan daha fazla etki uyandırmıştır.
***
Lincoln, mecliste kürsüye çıkınca, sesler kesilir ve nefesler tutulurmuş.
A. Lincoln, Cumhurbaşkanlığı'na geldiğinde Amerika çok karışıktır. Güneyliler savaş ilan etmiştir. Çatışmalar devam etmektedir. Lakin Genelkurmay Başkanı kararsız ve ne yapacağını bilmez bir haldedir. Genelkurmayın gevşek tutumları savaşın uzamasına neden olmaktadır. Bu durum, A. Lincoln'u çileden çıkarır. Bu duruma son vermek için A. Lincoln, Genel Kurmay Başkanı'na şu notu gönderir:
" Azizim Mc. Celland! Şayet orduyu kullanmayacaksanız, kısa bir süre için ödünç alabilir miyim?"
***
A. lincoln'un çalışma temposu ve biyoritmi çok yüksek olduğu için, yavaşlığa, mızmızlığa, uyuşukluğa asla tahammül edemezdi.
A. Lincoln, gençlik yıllarında değirmene öğütmek için bir çuval buğday götürür. Değirmenci, çok yavaş biridir. Lincoln, değirmencinin yavaşlığına şaşırır. Onu bir süre seyre dalar. Sonunda dayanamaz:
" Biliyor musun bayım? Senin bu buğdayları öğüttüğün süre içinde, ben bu buğdayları yiyerek tüketebilirim" der.
Değirmenci:
"Peki bu işi ne kadar devam ettirebilirsin ki?" diye sordu.
Lincoln değirmencinin yavaşlığını ifade etmek için şöyle der:
-"Açlıktan ölene kadar.".
***
Atamalar için ricaya gelenleri hiç istemezdi. Bir defasında bir kişinin atanması konusunda ricaya gelenlerden biri, tavsiye ettiği kişi hakkında övgü dolu şeyler söyler:
" Zamanımızda bilgi kuyusuna onun kadar derine dalmış bir kişi daha yoktur…"
Bu söz üzerine Abraham Lincoln, daha fazla dayanamayarak şöyle der: "Bu zatı ben de tanıyorum. Haklısınız. Gördüğüm kadarıyla bilgi kuyusuna girmiş çıkmış; ama girdiği gibi de kupkuru çıkmış, hiç ıslanmamış."
***
Lincoln, iş taleplerinden çok bunalıyordu. Adam kayırmaya karşıydı. Torpile başvuranlara hiç taviz vermezdi. Tavsiye mektuplarına da çok kızardı.
Bir gün meclis kürsüsünden şöyle seslendi:
Bir Kral ava çıkmadan önce havanın nasıl olacağını merak eder, saray nazırına havanın nasıl olacağını sorar. Nazır, 'Havanın iyi olacağını' söyler. Bunun üzerine Kral, hazırlıklarını tamamlayarak yola çıkar. Fakat içi rahat değildir. Çünkü gökyüzünde yeryüzüne doğru boynunu uzatan yağmur bulutları dolaşmaktadır.
Kral, yolda hızla kasabaya doğru eşeksırtında yol alan bir köylüyle karşılaşır. Hava durumunu sorar. Köylü, "Yağmur yağacağını" söyler. Kral buna rağmen yoluna devam eder. Fakat bir süre sonra yağmura yakalanırlar. Sırılsıklam ıslanırlar.
Kral saraya döner dönmez, nazırı azleder ve köylüyü de saraya çağırtır sorar:
" Yağmur yağacağını nereden biliyordun?"
" Ben bilmiyordum, haşmetlim, eşeğim biliyordu. Eşeğim, yağmurdan önce kulaklarını salıverir" der.
Kral köylüyü gönderir, eşeği saraya nazır yapar. Bu tutum, Kralın en büyük hatası olur. Çünkü o günden bu yana eşekler gidip gelip iş isterler!"
***
Bir genç, bir gün Lincoln'ın huzuruna çıkar, kendini tanıtır, iş istediğini söyler.Bir yandan
Da ailesinin özgeçmişini anlatır:
"Benim ecdadım Amerika'ya ilk yerleşenlerdendir. Büyük babam Kızılderililere karşı savaştı. Babam dâhili harpte büyük yararlıklar gösterdi. Büyük amcam, Güneylilerle yapılan savaşta cephede vuruşarak öldü" diye devam ederken Lincoln delikanlıyı susturur ve ona şöyle der:
"Delikanlı siz bana patatesi hatırlatıyorsunuz. Patatesin de işe yarar tarafı, hep toprak altındadır."
***
A. Lincoln, Cumhurbaşkanı seçilince iş takipçileri peşini bırakmazlar. Burnu havalarda bir kadın, bir gün Lincoln'ı ziyarete gider. Subay oğlunun bir üst rütbeye yükseltilmesini ister:
" Sayın Cumhurbaşkanım, büyük babalarım, İngilizlere karşı savaşta kahramanca çarpıştı. Yine dayım cephede çarpışarak öldü. Babamı savaşta kaybettim. Kocamı da yine cephede kaybettim."
Bayanı sabırla dinleyen Lincoln, bayanın sözünü keserek ona şöyle der:
" Kanaatime göre sizin aileniz ülkemiz için yeterince hizmet etmiş. Artık başkalarına fırsat vermenin zamanı gelmiş."
***
Abraham Lincoln Cumhurbaşkanı seçildiğinde Amerika'nın içi karışıktır. Kendisini güney eyaletleri ile bir harbin içinde bulur. Uzayıp giden savaş, ülkenin canına okumaktadır. Ülke yokluklar ve sıkıntılar içinde çalkalanmaktadır. Muhalefet, kötü gelişmelerden Lincoln'ı sorumlu tutmaktadır.
Lincoln, kendisine yöneltilen ağır tenkitlere karşı şu konuşmayı yapar:
" Ben, hiçbir zaman bu işi bu memlekette en iyi yürütecek adam olduğumu söylemedim. Fakat bir köylünün: "Çaydan geçerken, çay ortasında atların değiştirilemeyeceği" sözüne tanık oldum. "Efendiler, bir an durup tasavvur ediniz. Farz ediniz ki ülkemizin bütün mallarını ve mülkünü satıp altına çevirdiniz. Onu da tutup cambaz Blandin'in eline verdiniz. Şimdi Blandin' e bu altınlarla birlikte, Niyagara Şelalesi üzerinde gerilmiş bir ipte yürüyerek karşı tarafa geçmesini istiyorsunuz. Cambaz ip üzerinde yürüdüğü sırada, ipi sallar mısınız, yoksa Blandin adımlarını aç, daha hızlı yürü, acele et!" diye mi bağırırsınız? Hayır, eminim ne onu, ne öbürünü yaparsınız. Nefesinizi tutar, cambaz karşı tarafa geçinceye kadar ipe dokunmadan sağ salim geçmesi için dua edersiniz. Şu an hükümetin durumu aynıdır. Fırtınalı bir havada geniş bir okyanusun üzerinden geçmeye çalışan hükümet ülkenin bütün hazinelerini elinde tutarken, onu asla tedirgin etmemek, sağ salim karşı yakaya geçmesi için dua etmek gerekmez mi?"
Bu ikna edici sözler karşısında, muhalefet tarafından koparılan onca gürültüler patırtılar, üflenmiş kibrit alevi gibi birden sönüvermiştir.
***
Amerika'da Güneylilerle yapılan savaşın sona ermişti. Savaştan çıkan halk, Güneylilere ateş püskürüyordu. Bu sırada Abraham Lincoln Cumhurbaşkanıydı. Güneylilere karşı daha sert bir politika izlenmesini isteyenler çoğunluktaydı. Cumhurbaşkanı'na, sürdürdüğü yumuşak politikayı beğenmeyen protesto mektupları yağıyordu. Seçim meydanlarında halkı kışkırtmak için mitingler düzenliyorlar, A. Lincoln'a insafsızca yükleniyorlardı.
Bu konuda biri dışında tüm milletvekilleri Cumhurbaşkanına karşıydı.
Bu konunun ele alındığı bir toplantıda Lincoln, bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra sözlerine bir anekdotla devam eder: "Bir kilisede dini bir toplantının sonunda papaz orada bulunanlara:"Allah'la beraber olanlar kimlerdir?"der. Tabii herkes ayağa kalkar. İçlerinden biri o anda uyukladığı için ayağa kalkmaz. Papaz, soruyu değiştirir: "Şeytanla beraber olmak isteyenler kimlerdir?" der. Bu sırada uyuklayan ne olduğunu anlayamaz, ayağa kalkar. Kendisi ve papazın dışında kimsenin ayakta olmadığını görünce şaşkınlıkla şöyle der:"Papaz efendi, sorunuzu pek anlamadım; ama sonuna kadar sizinle beraberim." Tabii Lincoln bunları söyledikten sonra kabine üyelerine bir göz atar ve kendisini destekleyen vekile dönerek: "Azizim, öyle görünüyor ki, biz de seninle beraber azınlıkta kaldık" der.
(Devam edecek)