16 Mart 2012 Cuma

ÜLKEMİZDEN TUHAF İNSAN MANZARALARI

İLETİŞİM TOPLANTILARI(4):
Toplumda günlük hayatta insanlar genellikle empatiye yer vermiyorlar. 'Ben dili' yerine sürekli 'Sen dili' kullanıyorlar. 'Sen dili' genellikle yıkıcıdır. 'Sen dili' doğrudan doğruya karşıdakinin kişiliğini hedef alır. O yüzden 'sen dili' tepki çeker. Karşı tarafta olumsuz etkilenmelere yol açar. Hatta iletişimin önünü tıkar. Çözümsüzlüğe ve uzlaşmazlığa neden olur. "Sen var ya sen…' diye başlayan tüm söylemler 'Sen dili'ne aittir. O bakımdan bu tarz söylemlerden mümkün mertebe uzak durmalıyız.
İletişimde daha çok 'Ben dili' tercih edilmelidir.  'Ben dili'nde kişi kendisiyle ilgili olguları anlatır ve karşı tarafın söz ve davranışlarının kendi varlığında uyandırdığı etkiyi açıklar. Örneğin: ""Senin bu tür yaklaşımların beni üzüyor" türünden sözler ben diline aittir.  
Günlük ilişkilerde, iletişim kazaları yaşanmasının başlıca nedeni hiç kuşkusuz iletişimde seçilen dilin biçimidir.
"Düşünülürse akılda kalır güzel bir söz
Binlerce düğümü güzel bir sözle çöz. (*)
Ey dostlar, hayatı çevreniz için gül bahçesine çevirmek istiyorsanız, önce dilinize özen gösteriniz! Hayat, Allah'ın insanlara sunduğu çok yüce bir nimettir. Bu nimeti birbirimize zehir etmeden yaşamak ve yaşatmak bizim çevremizdeki insanlara sunacağımız bir armağandır. Bunun yolu ise önce sağlıklı ve mantıklı bir iletişimden geçer. Sağlıklı bir iletişim kurmak için önce anlayışlı ve hoşgörülü olmak lazım.  !                                 
Sözün burasında bir dinleyicim söz alarak şunları anlattı:
"Sayın hocam, hayatta hiç beklemediğiniz tuhaf olaylarla karşılaşıyoruz? Yıllar önce bir arkadaşım bana geldi. "Silivri sahilinde üç parsellik bir arsam var. Birini kendime, birini Dr. Enver Bey'e, birini de sana ayırdım. Yan yana üçümüz de birer yazlık yaptırıp otururuz" dedi. Söylediği rakamlar makuldü; ama bende para yoktu. Alamayacağımı söyledim. Bir ay sonra tekrar telefonla aradı: "Ağabey, bak baba öz oğluna bile vermez, gel bu arsayı kaçırma! Başkasına olmaz; ama sen benim baş dostumsun, sen bu paranın yarısını ver yeter" dedi. Ben yine "Müsait olmadığımı" söyledim. O tavrında ısrar etti: "Ne kadar çıkarabilirsen onu peşinat olarak ver, kalanı taksitle ödersin. Yazlıkta bana dost lazım. Yanına yabancı bir kimseyi sokmak istemiyorum. Gel sen de bu kadar inat etme!!" dedi. Sonunda ikna oldum. Dediği gibi elimde olanı verdim.  Tapu için fotoğraf ve cüzdan sureti istedi. Onları da verdim. Gidiş o gidiş. Aradan bir sene geçti. Ne para geldi, ne de arsa tapusu. Birkaç kez kontak kurdum geri dönmedi. Meğerse arsa marsa yokmuş. Sonradan öğrendiğime göre o sözünü ettiği doktoru da aynı şekilde dolandırmış.
Böyle insanların varlığı, insanın güven duygusuna zarar veriyor. Güven duygularınız bitiyor. Böyle kişilere karşı hangi dili kullanalım?" dedi.
Sayın Dursun Bey kardeşim, sizi anlıyoruz. Toplumun sosyal bir yarasına değindiniz.
Söze, Halil İbrahim Cibran'ın bir sözüyle başlamak istiyorum. H. İ. Cibran: "Allah, aklın ve mantığın içindedir" diyor.  Evet, insan aklın ve mantığın gösterdiği yoldan ayrılmadığı müddetçe Allah onunla beraberdir. Yüce Allah, her insanın aklına ve vicdanına, doğruyla eğriyi, hayır ile şerri, güzel ile çirkini ayırmaya yarayan çizgiyi çizmiştir.  Ancak, bu çizgi çizildiği gibi kalmaz; çıkar duygusu, kazanma hırsı, öne geçme isteği gibi etkenler, sonradan bu çizginin yerini, içsel temayüllere göre değiştirir. Eğer bir insanın aklının ve mantığının içinde, sağduyu ve güzel ahlak varsa, akıl ve mantık da var demektir. Yok, eğer sağduyu ve güzel ahlak yoksa o insanın varlığında Allah da yok demektir.
Senin o arkadaşını böyle haksız davranışa iten etken, aşırı kazanma hırsıdır. Kazanma hırsı, artık onun yaşamının tek gayesi haline gelmiştir. İnsan neye önem verirse tüm yaşamını onun üzerine kurar. Aklını sadece: "Nereden ne koparırım? Kimden ne kazanırım? Kimi çarparım? Kimi dolandırırım?" bunun için kullanır. Gırtlağına kadar hırsa batmış bir insan, eğriyi doğruyu birbirinden ayıramaz. Aşırı hırs, insanın idrakini daraltır, gözlerini karartır, insanı aklın ve mantığın kanunlarına karşı çıkartır. Hz. Mevlana'nın dediği gibi: "Bir şeye karşı aşırı hırs, insanı öteki şeylere karşı kör ve sağır kılar." Böyle biri için dürüstlük, onur, şeref, haysiyet, sevgi ve vefa gibi yüksek duygular anlamını yitirir. Bu insanlar, artık sağduyunun ve  aklının değil; içgüdülerinin güdümü altında hareket ederler. Olaylara akıl ve mantık penceresinden değil kendi çıkarlarının penceresinden bakarlar.
Bilindiği gibi esasen insanlar, doğuştan bencil varlıklardır, dünyaya egoyla donanmış olarak gelirler.  Kendini düşünme güdüsü, insanın en güçlü güdüsüdür. Bu güdüsünü daha sonra yetişme çağında eğitimle disiplin altına alamamış insanlar, her zaman potansiyel bir tehlikedir. Bunlar için sevgi, saygı ve iyilik bir değer ifade etmez. Onlara göre her şey artık ya hazır bir av, ya da bir kurban gibi görünür.
Tabi bu tip insanları baştan tanımak zordur. Aklın bir çeşidi vardır; ama kurnazlığın bin bir çeşidi vardır. Size bin bir yoldan yaklaşırlar, alacağını aldıktan sonra bir daha semtinize uğramazlar. Bu bakımdan mağdur olmamak için insanlara daha temkinli yaklaşmalısınız. İyimser davranıp sonunda pişman olmaktansa, baştan temkinli olmak, yani dizgin elde yürümek her zaman aldanmaktan daha iyidir.
Fahri Yakar
----
(*):Yunus Emre

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder