KİMLİK SİYASETİ YAPMAK İHANET
Bu vatanın evladıyız, mezhep bizi ayırmaz,
Acem bize acımaz, Avrupa bizi kayırmaz."
Ziya Gökalp
Ziya Gökalp
Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında yüzyıla yakın bir zamandan beri bütün vatandaşlarımız, kaderde, tasada ve kıvançta bir ve beraber yaşamışlardır. Aileler birbirlerinden kız almış, kız vermiş, hısım akraba olmuşlardır. Bu milleti meydana getiren unsurlar arasında toplumsal entegrasyonu sağlamış, Türk'üyle Kürt'üyle, Laz'ıyla, Çerkez'iyle tüm vatandaşlar artık et tırnak haline gelmiştir. Bu noktada toplumu ayrıştırmaya çalışmak bu devlete, bu millete ihanet etmektir. Herkes, bu ülkede birinci sınıf vatandaş olup kendi kimliği ile özgürce yaşayıp gitmektedir. Hal böyleyken kimlik siyaseti yaparak topluma nifak tohumları ekmeye kalkışmak bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür.
Bilindiği gibi Amerika'da halkın zaten büyük çoğunluğu göçmendir. Göçmenler, kendi anayurtlarına karşı ilgi ve sevgiyi unutmasalar bile Amerika'yı kendi anayurtlarından daha çok sevmektedirler. Çünkü aradıkları rahatlığı, huzuru ve mutluluğu Amerika'da bulmuşlardır. Göçmenlerin çocukları ise, ana babalarının geldikleri ülkeye karşı değil; daha ziyade yaşadıkları ülkeye bağlılık duymamaktadırlar. Amerika'da yaşayan herkes kendini önce Amerikalı olarak görmektedir. Amerika'ya gelip yerleşenler, bu ülkeyi kendi ülkesi olarak kabul etmiştir. Ulus devlet modelinden taviz verilmemiştir. Son seçimlerde Obama'nın seçilmesi bile bu ülkede ırkçılığın aşıldığını, etnik farklılıkların entegrasyona engel olmadığını açıkça göstermektedir.
Amerika Birleşik Devletleri'nin temelinde yatan duygu, milli birlik ve bütünlük ruhudur. Kuruluş yıllarından beri, devlet başkanları başta olmak üzere öğretmenler, akademisyenler, siyasetçisiler ve iş adamları, aydınlar ve yazarlar hep bu anlayışla hareket etmişlerdir. Her gelen başkan, "Halkımızı daha çok Amerikanlaştırmalıyız" diyerek siyaset yapmışlardır.
Beyaz Saray'ın kapısında H. Ford'un şu sözü vardır:
"Birleşmek başlangıçtır
Birliği sürdürmek gelişmedir.
Birlikte çalışmak başarıdır."
Bu yazının altında ise 'USA' yazmaktadır.
Amerika'da ülkenin ulus yapısını zedeleyen davranışlara hiçbir dönemde prim verilmemiştir.
Bu durum Avrupa'da da böyledir. Mesela Fransa'ya göçmen olarak gelen bir kimse için, Fransa artık onun yeni vatanı olur. Fransa'da ve İngiltere'de ulus devlet modeli hâkimdir.
Türkiye Cumhuriyeti de ulus devlet temeli üzerine kurulmuştur. O yıllarda Amerika'da Avrupa'da ulus devlet modelleri vardı. Fransa, Almanya, İngiltere ulus devletti. Atatürk de Avrupa devletlerini model aldı. Avrupa devletleri gibi bir ulus devlet kurmayı istedi. Osmanlı devletinin terk ettiği topraklardan akıp gelen bütün grupları, bir arada, aynı çatı ve aynı bayrak altında yaşatmak istedi. Bunun da tek yolu ulus devletti. Osmanlı Devletine ait topraklardan; Balkanlar'dan, Rumeli' den, Kafkaslardan ve Mezopotamya'dan Yemen'den Anadolu'ya akıp gelen ahaliyi, etnik guruplara ayırarak ayrı, ayrı devlet kurma imkânı yoktu. Atatürk, bu toprakları yurt edinmiş bütün insanları kucaklayan bir anlayışla hareket etmiştir. Milletin adını koyarken de şöyle demiştir: "Türkiye Cumhuriyetini kuran millete Türk Milleti denir." Ondan sonra da bu anlayışını:'"NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE' sözüyle tamamlamıştır. Bu söz, bu topraklar üzerinde yaşayan insanların yıllarca gurur duyduğu bir söylem haline gelmiştir.
Ama gel gör ki bu sözü, 80 yıl sonra ayrıştırıcı bulanlar çıktı. Atatürk ayrıştırıcı değildi, bütünleştiriciydi. Kaynatıcı değil, kaynaştırıcıydı. O, Misak-ı Milli sınırları içinde kalan mevcut yapıyı aynen korumak istemiş, kimseyi dışlamadan, birbirinden ayırmadan, bu ülkede yaşayan herkese, bu ülkenin vatandaşı olma yolunu açmış, herkesi kurucu unsur yaparak bir kaynaşma sağlamıştı. O, ABD'nin başkanlarının yaptığı gibi, her fırsatta: "Milli varlığımızın devamını milli birlikte gördüğünü" söylüyordu.
Mehmet Emin Bey bir gün Atatürk'e soruyor:
- "Kürt sorunu ne olacak? Bu meseleyi görmezden gelerek çözüm bulamayız."
Atatürk şöyle cevap veriyor:
-"TBMM hem Kürtlerin hem de Türklerin salahiyet sahibi vekillerinden oluşmaktadır ve bu iki unsur menfaat ve mukadderatlarını tevhit etmişlerdir."
Yine Atatürk 16 Mart 1919 tarihinde Kazım Karabekir'e çektiği bir telgrafta şöyle demiştir:
"Ben Kürtleri de bir öz kardeş olarak bağrımıza katıp tekmil milleti bir nokta etrafında birleştirmek ve bunu dünyaya Müdafaa-ı Hukuk u Milliye Cemiyetleri olarak göstermek karar ve azmindeyim."
22 Mayıs 1919 tarihinde yaptığı bir konuşmada aynı düşünceyi teyit ederek:
"Millet yekvücut olup hâkimiyet esasını ve Türklük duygusunu hedef tutmuştur" demiştir.
26.9.1932'de Diyarbakır gazetesinde çıkan beyanında şunları söylemiştir:
"Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir milletin evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır. Bu damarlar birbirini tanısın. Bu dediğimiz şey olduğu zaman başka bir âlem görülecek ve dünyaya yeni ufuklar açılacaktır."
Ulu önder Atatürk, ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi 'ulus devlet' çizgisinde yürümüştü. Bir asra yakın zamandan beri tüm vatandaşlar kendi vatanına, kendi devletine, kendi bayrağına karşı bağlılık duyarak yaşamışlardır. Ama bizdeki silgisi kalemine yetmeyen bazı aydınlar, akademisyenler, bilhassa zamiri içinde gezen yazarlar, tıpkı bir yıkım ekibi gibi vatandaşın arasına nifak tohumları atarak, etnik ayrışmayı körükleyerek 80 yıldır kaynaşmış bir kitleyi, kaynayan bir toplum haline getirmeyi başardılar. Bu ülkenin evlatlarını, kendi vatanına, kendi devletine, kendi milletine ve kendi bayrağına düşman hale getirdiler.
Türk milletini, ayrı etnik unsurlardan meydana gelmiş bir yapı olarak düşünmenin ve bu grupları etnik ayrışmaya sevk ve teşvik etmenin, Atatürk milliyetçiliğinde yeri yoktur.
Birlik ve beraberlik içinde tek millet, tek devlet ve tek bayrak altında daha güçlü olarak yaşamak varken, ülkeyi bölüp parçalamak, kolayca yutulacak bir lokma haline getirmek bu ülkenin değil; ancak düşmanların işine yarar.
Atatürk'ün ağzından sesleniyorum: "Türk Milletinin ve onun Silahlı Kuvvetlerinin başarılı olması için düşmanını tanıması gerekir. Türkiye'yi dinamik ideallerine varmaktan alıkoyan iki kuvvet vardır. Biri dış düşmanlardır. Bunlar bizi sömürge haline koymak için ilerlememizi istemeyenlerdir. Fakat bizde bunlardan daha zararlı, daha öldürücü bir sınıf daha vardır; oda içimizden çıkması muhtemel olan hainlerdir. Aklı eren memleketini seven, gerçeği gören kimselerden böyle bir düşman çıkmaz. İçimizden böyleleri çıkarsa onlar ya aklı ermeyen cahiller, ya gerçeği görmeyen körlerdir. Cahil dediğimiz zaman mutlaka okula gitmemiş olanları kastetmiyorum. Yoksa okuma bilenlerden en büyük cahiller çıkacağı gibi, hiç okuma bilmeyenlerden de gerçeği gören gerçek bilginler çıkar."
Ey ülkemizin aklı eren, eli kalem tutan aydınları ve yazarları!
Günümüzde düşman, toprak işgal etmiyor, ele geçirmek istediği ülkenin topraklarına karadan ve havadan çıkartma yapmıyor. Bir takım propaganda ve telkinler yoluyla, aynı ülkenin bireyleri arasında düşünce farklılaşması yaratarak, etnik ayrılıkları körükleyerek, milli birlik ve beraberlik duygularını bozarak ülkeyi bölmek ve parçalamak istiyor.
Gelin el ele verip 'milli birliğimize bütünlüğümüze' hep beraber sahip çıkalım.
"Vatanseverlerin sesi herkesten daha gür çıkmalıdır."
Fahri Yakar
20. 10. 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder