ANADOLU İNSANI VE ŞİİR
"İnsan kamışa benzer; içi oyulmadıkça ötmez."
"İnsan kamışa benzer; içi oyulmadıkça ötmez."
Hz. Mevlana
Anadolu insanı, savaşlardan, hastalıklardan ve yoksulluktan çok çekmiştir. Aç kalmış, açık kalmış; çaresizliğin ve perişanlığın her çeşidiyle tanışmıştır. Bu yüzden Anadolu insanının içi oyuk, derdi büyüktür. Çaresiz kalınca da derdini kederini içine akıtmıştır. İçindekileri söze, sözünü de manilere, türkülere dökmüştür.
Çok iyi hatırlıyorum, çocukluk yıllarında anam rahmetli, önümüze yavan yaşık bir şeyler koyar, çaresizliğe ve yoksulluğa karşı güya bizi avutmak için de bize şöyle derdi:
"Zengin yer baklava sütlaç,
Fakir yer, yavan ovmaç;
Sabahleyin kalkınca,
Zengin de aç, fakir de aç."
Ya da önümüze konan yemeğe içimizden biri itiraz edecek olsa, laf ağzında hazırdı:
"Neler yemedi ki bu diş,
Ne altın oldu ne gümüş" derdi.
Zamanında yetişmen işler için babam kızdığında:
"Ağır yaparım narin yaparım,
Birazını da yarın yaparım" derdi. Babamın öfkesi dinerdi.
Öğrencilik yıllarımda şehir merkezinde okuyordum. Tatillerde köye gidiyordum. Bir keresinde köyde teyzemin ziyaretine gitmiştim. Felç inmiş eli ayağı tutmuyordu. Onu öylece çaresizlik içinde yatakta görünce hatırını sordum, bana şu dizeyi söyledi:
"Tandır tava geldi, hamur tükendi,
İşler yola girdi, ömür tükendi..."
Bu deyiş çok hoşuma gitmişti. Bir insan duygularını ancak bu kadar mükemmel anlatabilirdi. Üstelik annemin de teyzemin de okuması yazması yoktu.
Bu millet çobanından padişahına kadar şiire tutkundur.
Bir çoban, dört mevsimde tepesinden karı hiç eksik olmayan Erciyes dağının tepelerine bakmış bakmış şöyle demiş:
"Dağlar siz ne karlı dağlarsınız,
Kardan kemer bağlarsınız.
Dert sizde derman sizde,
Siz ne der de ağlarsınız?"
Behçet Kemal Çağlar, bir radyo programında anlatmıştı: "Ankara Numune hastanesinde yatarken, Sarıkamışlı bir hasta, Ünlü şairin yanına gelir ve şairden bir mektup yazmasını rica eder. Hasta, mektuba aşağıdaki dizeleri yazdırır:
"Hasta oldum gurbet ilde yatarım,
Mezarımı ellerimle kazarım.
Eğer mektup kamış ile yazılsa
Sarıkamış'ı kamış yapar, yazarım."
B. Rahmi Eyuboğlu ne güzel söylemiş:
Zifiri karanlık da olsa
Şiirin hasını ayak sesinden tanırım,
Nerede bir halk türküsü görsem,
Şairliğimden utanırım...
Doğru değil mi?
Yine bir Anadolu kadını, gurbette olan ve kaç yıldır bir türlü dönmek bilmeyen eşine söyleyeceklerini tek bir dörtlüğün kalıpları içine sığdırmıştır:
"Akçadağ'da karı buza döndürme,
Yaktın yüreğimi köze döndürme,
Demişsin ki ilkbaharda gelirim,
Mevla'yı seversen güze döndürme!"
Bir başka Anadolu kadını, iş için İstanbul'a gidip de, yıllardır geri dönmeyen eşine şöyle sitem eder:
"Ahiret'te İstanbul yok ki kaçasın,
Yalan gerçek defterini açasın.
Galata Köprüsü sanıp sıratı,
Başın döne, cehenneme uçasın!"
Bizde yalnızca Anadolu insanı değil, Padişahlar, Sadrazamlar da şiir geleneğe uymuşlardır. Ancak, Saray çevresi, söyleyeceklerini Aruz kalıpları içine sokarak söylemeyi tercih etmiştir.
Kanuni'nin sağlık konusunda söylediği beyit ne kadar meşhur ve ihtişamlıdır:
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi."
Yine Yavuz Sultan Selim, Ridaniye savaşına giderken, Amik Ovasında, Asi Nehri üzerindeki köprünün yıkılması üzerine, yüzlerce askerin suya düşerek boğulması karşısında söylediği darbı mesel çok ünlüdür:
"Geçme namert köprüsünden ko aparsın su seni
Yatma tilki gölgesinde, varsın yesin aslan seni."
Türkü bilmeyen bizi anlayamaz. Anadolu insanını en iyi türküler anlatır.
Bu konuda bin bir örnek vardır.
B. Rahmi Eyüboğlu'nun dizelerini de unutmayalım:
" Ah bu türküler,
Türkülerimiz...
Ana sütü gibi candan
Ana sütü gibi temiz.
Türküler, tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler, köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi.
"Ne düzeni belli ne yazanı
Altlarında imza yok ama
İçlerinde yürek var."
Bu kadar türküden sonra biz de bir dörtlükle yazımızı bağlayalım:
Ne mutlu ki hep Türk'üz
Şan ve şereftir yükümüz.
Dünya âlem durdukça
Söylenecektir türkümüz.
Fahri Yakar
29. 10. 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder