27 Temmuz 2012 Cuma

ÇOKULUSÇULUK MÜMKÜN MÜ?


 
Çok ulusçuluk, eskiden imparatorluklar döneminde yaşanan bir sistemdi. Pek çok etnik grup, özerk veya yarı özerk bir halde aynı imparatorluğun sınırları içerisinde yaşardı. Merkezi otorite, vergisini aksatmadığı ve isyan etmediği takdirde etnik unsurlara, fazla müdahale etmezdi, iç işlerinde serbest bırakırdı.
      Günümüzde, dünya üzerinde imparatorluk kalmamıştır. Avrupa’da feodal yapı vardı. Feodal yapı daha sonraki yıllarda yerini ulus devletlerine bırakmıştır. Dünyada homojen yapıya sahip ülke nerdeyse yok gibidir. Ulus devletlerin hepsi de, birçok etnik grubun bir araya gelip tek çatı altında birleşmesiyle doğmuştur.
ABD’nin homojenliğinden söz etmek mümkün müdür? Tarih boyunca devam eden kitlesel göçler, ABD’yi 230’u aşkın etnik unsurun, farklı dillerin, farklı kültürlerin, farklı dinlerin aynı bayrak altında yaşadığı bir devlet haline dönüştürmüştür. Amerika, milli eğitimle yaşattığı milli birlik ruhunu yaralamak isteyen odaklara aman vermemiştir. En sert biçimde cezalandırmıştır. Bugün Amerika: “Anam ‘başka milletten,  babam başka milletten; ama ben Amerikan’ım” diye düşünen insanların yaşadığı ulus devlettir.
         ABD’nin gelmiş geçmiş devlet başkanları, Amerika'da yaşayan bütün vatandaşları, “Aynı ataların torunları, aynı dili konuşan, aynı yönetim ilkesine bağlı, aynı kültür ve geleneklere sahip bir halk” olarak görmüşlerdir.
ABD Başkanı Bil Clinton, ırkçı söylemlere karşı çıkarak şöyle seslenmiştir: “Vatanımızı ırkçılıktan arındırmalıyız. 21. yüzyılın eşiğinde Amerika’nın bölünmesini hoş göremeyiz. Biz tek bir ulusuz. Tek bir aileyiz, bir bütünüz.”  
Amerika’da,  230’u aşkın etnik unsur, barış ve güven içinde bir arada yaşayıp gitmektedir. Hâkim olan anlayış şudur:
“Birleşmek başlangıçtır,
Birliği sürdürmek gelişmedir,
Birlikte çalışmak başarıdır.”  
Bu kadar farklı etnik unsurların bir arada yaşadığı Amerika’da, etnik kimlik peşine düşüp, devlete başkaldıran, kafa tutan, sorun çıkaran, problem yaratan bir kesim yoktur. Çünkü orada herkes Amerikanlaşmıştır.
           Fransa’ya bakalım. Fransa da Avrupa’da en çok göç alan ulus devletlerden biridir. Fransa’da, Rus, Polonyalı, Yahudi, İtalyan, Ermeni ve Kuzey Afrikalı, kendini Fransa’nın bir parçası gibi görmekte ve barış içinde yan yana yaşayıp gitmektedir. Fransa’da bugüne kadar herhangi bir etnik grubun, ayrı dilde eğitim görmekten, ayrı topraktan ve ayrı bayraktan söz ettiği duyuldu mu?
         Dünyada yaşanan bu gerçeklere rağmen, “Artık küreselleşme çağındayız. Ulus devletler yok olacaktır” diye düşünen bazı liberaller, toplumu birlik ve beraberlik içinde yaşatan milli birlik ruhunu baltalamaya çalışıyorlar.  Bakın bu anlayışa sahip bir liberal ne yazıyor: “Birlik ve beraberlik, ancak demokrasi ve özgürlük içinde çoğulculuğa kapı açarak olur. Herkes kendi istediği gibi kendi inancıyla, inançsızlığıyla, kendi kimliği ile kendi dili ve kültürüyle yaşayacak. Gerçek barış ancak böyle gelir.
           …..
          Yetmiş milyonluk bir toplumu tekçi bir anlayışın içine ite ite sıkıştırmaya kalktın mı toplumu patlatırsın.” Bu söylemiyle Türkiye’nin ulusal birliğini ve bütünlüğünü bozmak isteyen çevrelerin yelkenine rüzgâr üflüyor. Eğer söylediklerinin aslı olsaydı dünyada ulus devletler, bugüne kadar birer, birer sıkışıp patlarlar ve dağılır giderlerdi.   Öyle değil mi? Ama ulus devletler dimdik ayakta duruyorlar. 
        Kaldı ki Avrupa’da 30’a yakın devlet, kendi istekleriyle tek devlet halinde olmak için birleşerek Avrupa Birliği’ni(AB) kurmuşlardır.
Aslında bazı liberallerin yatıp kalkıp her fırsatta etnik temelde kimlik siyaseti yapan bölücü odakları teşvik etmelerinin altında yatan demokrasi değil, hukukun üstünlüğü da değil, özgürlükler hiç değil, öncelikle Cumhuriyet düşmanlığıdır.
          Atatürk bunlar için bakın neler demişti: “Türk milleti, kendinin ve memleketinin yüksek menfaatleri aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, alçak, vatansız, milliyetsiz, beyinsizlerin saçmalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak ve onlara müsamaha edecek bir toplum değildir. Türk Milletinin sosyal düzenini bozmaya yönelen çabalar, boğulmaya mahkumdur.”  (1929 Nutuk)
         Yine Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün, gazeteci Mehmet Emin Bey’in,  ‘Paşam, Kürt meselesi ne olacak?’ sorusuna verdiği cevap ortadadır: “Millet, tek vücut olup hâkimiyet esasını ve Türklük duygusunu hedef tutmuştur. TBMM, hem Kürt hem de Türklerin salahiyet sahibi vekillerinden oluşmaktadır ve bu iki unsur, menfaat ve mukadderatlarını tevhit etmişlerdir.”(22 Mayıs 1922 )
 Atatürk’ün yegane amacı, Anadolu’da yaşayan bütün etnik grupları, aynı millet adı altında ve  ‘milliyetçilik’ çimentosuyla birleştirip barış içinde bir arada yaşatmaktı.
“Küreselleşmenin ulus devletlerinin sonunu getirdiğini’ düşünen bazı liberaller, François Fukuyama’nın “Devletin İnşası’ adlı eserinde: “Devletin güçten düşmesinin büyük felaketlere zemin hazırlayacağı’ gerçeğini de gözden kaçırmasınlar.
Onların düşündüğü gibi devletin ulus ve üniter yapısı, vatandaşların etnik kimliklerine bakılarak bölgelere göre  bölünecek olursa, o zaman ulus devletlerinin bütünlüğünü korumak bir hayal olur. 
                                                   

Fahri Yakar
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder