YAHYA KEMAL BEYATLI(1884 -1958)
Yahya Kemal, Üsküp doğumludur, İlkokulu Üsküp'te, ortaokulu Selanik'te, Liseyi İstanbul Vefa İdadisinde okudu.
Fransa'ya gitti. Yüksek öğretimini Paris'te yaptı. Sekiz sene yurda dönmedi. İstanbul'a geldikten sonra Edebiyat öğretmenliği yaptı. Mütareke yıllarında gazetelere yazdığı yazılarda Kurtuluş Hareketini destekledi. Sonra Ankara'ya gelerek, Hakimiyet-i Milliye gazetesine başyazar oldu.
1923 yılında milletvekili seçildi. Bir arada yurt dışında elçilikler de yaptı.
Yahya Kemal Enstitüsü tarafından yayınlanan eserleri şunlardır: Eski Şiirin Rüzgârıyla, Rubailer, Aziz İstanbul, Yahya Kemal'in Hatıraları
ÖRNEK:
Yahya Kemal, şiirlerini halk diliyle yazmış, konularını günlük hayattan almıştır:
"Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi
Müşkül budur ki ölmeden önce ölür kişi.."
"Yalnız duyan yaşar" sözü derler ki doğrudur,
"Yalnız uyan çeker" derim en doğru söz budur."
"İkbale geçen hayli taraftan öğülür
İdbare (mevkiini kaybeden)düşen de her taraftan söğülür
Ahir öğülen öğen söğen birlikte
Hep aynı değirmende karışmış döğülür."(1)
***
Ziya Gökalp, Yahya Kemal'e 'vecd adamı' dermiş. Yahya Kemal, hayal iklimlerine dalarak tarihin derinliklerinde gezindiği için ona:
"Harabisin, harabati değilsin
Gözün mazidedir, ati değilsin!" diye takılır.
Yahya Kemal, bu sözüne irticalen ona:
"Ne harabi, ne harabatiyim
Kökü mazide olan bir atiyim."(1) diye karşılık verir.
Not:Harabati: Eskiye bağlı, Ati: Gelecek
***
Atatürk, Yahya Kemal'i dil çalışmalarına katılmak için Türk Dil Kurumuna davet eder. Şair, davete katılmak istemez. Telgraf çeker:"Benim yaşayan Türkçe'ye karşı bir ilmim yok, vehmim vardır. Ben bu vehmimle baş başa kalmak istiyorum. Beni mazur görüp affetsinler."
Atatürk, sonra yapılan bir toplantıda dil üzerinde yapılan çalışmaların yanlış yolda ilerlediğini görünce: "Yahya Kemal'in vehmi sizin ilminizi mağlup etti" demiştir.
***
1944 yılında ara seçim vardı. Yahya Kemal'in karşısına aday olarak Hakkı Tarık Us çıkar. Seçimi kazanır. Yahya Kemal bu durumu bir beyitle ifade eder:
Hakk'ın cilvesi bir hayli garip oldu bana
Hakkı Tarık Us bile âlemde rakip oldu bana.
***
Yahya Kemal, ülkenin çok kötü yöneltildiğini söylüyordu. "Bu işte bir yanlışlık var. Ben devleti yönetmeliydim, Başbakan da şiir yazmalıydı" der."Neden? " diye soranlara: "O zaman sadece şiir mahvolurdu." (4)
***
Yahya Kemal anlatıyor:
Mütareke yıllarında İstanbul işgal altındaydı. Trende iki arkadaşla konuşuyorduk. Arkadaş, İstanbul'u temaşa ediyordu. İstanbul hakkında ne düşündüğünü sordum. Bana şöyle dedi:
-"Bu şehri fethetmek için Fatih'in her topuna doksan manda koşmuştuk. Şimdi koca saltanatı bir 'manda'ya değişeceğiz. O gücüme gidiyor."
***
Ankara'nın başkent olarak kabul ve ilan edilmesi üzerine o dönemin şair ve yazarları Anakara'ya övgüler kaleme alırlar. Ama Ankara için Yahya Kemal'den ses çıkmaz. Yakınları şaire nedenini sorarlar:
-"Üstat! Anakara'nın hiç mi iyi tarafı yok?"
Yahya Kemal:
-"Var, olmaz mı? İstanbul'a dönüşü!"(4) der.
Yahya Kemal, bir sohbette talihsizliğinden yakınınca arkadaşlarından biri:
"Neden böyle düşünüyorsun üstat?" diye sorar.
Yahya Kemal:
"Bir kere, talihli bir adam olsaydım Aralıkta doğmazdım" der.
***
Yahya Kemal'i tanıtan mizah dergilerinden biri: "Yahya Kemal edebiyatımıza ne getirdi?" diye anket düzenlemiş.
Gelen cevaplar arasında, ünlü bir et lokantası sahibi olan Pandeli'nin verdiği aşağıdaki cevap çok ilginç bulunmuş. Ankette:"Yahya Kemal, bizim lokantaya bereket getirdi" ibaresi varmış.
***
Yahya Kemal'in, midesine çok düşkün olduğu rivayet edilir. Bir arkadaşı, onu lokantada yemek beklerken görür. Yanına gider. Masada iki piliç birden görünce:
-" Piliçleri yalnız mı yiyeceksin?"diye sorar.
-" Hayır" der,"Ayrıca pilav da söyledim onu bekliyorum." (2)
----
(1):H.Fethi Gözler, Örnekleriyle Temel Komp. Bilgileri, İnkılap ve Aka Kit.1974,s. 303
(2): M. Nuri Yardım, Selis Kitapları 2. Baskı 2006, s. 223
***
CAHİT SITKI TARANCI (1883-1935)
Şair, Diyarbakır'da doğdu. İlkokulu Diyarbakır'da okudu. Sonra İstanbul'a gelerek Galatasaray Lisesi'ne kaydoldu. Liseyi bitirdikten sonra Mülkiye Mektebine devam etti. İki sene sonra öğrenimini yarıda bırakarak Paris'e gitti. Orada Siyasal Bilgiler okudu. Lakin iki yıl sonra geri döndü: Bir süre memurluk ve öğretmenlik yaptı. Cumhuriyet'in ilanından sonra milletvekili seçildi. Genç yaşta şiir yazmaya başlayan şair, Serveti-i Fünun ve Fecr-i Ati topluluklarına katıldı. Şiirlerinde yergiye daha çok yer verdi.
Cahit Sıtkı'nın şiirleri, 'Ömrümde Sükut' 'Otuz Beş Yaş' ve ' Düşten Güzel' adlı kitaplarda toplanmıştır.
Örnek:
Bu akşam ilk olarak ağladım
Bekâr odamın penceresinde.
Hani ev bark, hani çoluk çocuk!
Ne geçti elime bu hayatın
Meyhanesinde, …hanesinde?
Yatağım her gece böyle soğuk,
Saadet bu ömrün neresinde?(1)
***
OTUZ BEŞ YAŞ
Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder,
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağındaki cevher,
Yalvarmak yarmak nafile bugün
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı?
Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar
Neden böyle düşman görünürsünüz?
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
…
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu,
Su insanı boğar ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim,
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nereden çıktı bu cenaze ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neyleyim ölüm herkesin başında
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde nasıl kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misali o musalla taşında.(2)
-----
(1): Ahmet Kabaklı Türk edebiyatı, 1969, s.265
(2):Türk Edebiyat Ansiklopedisi (Tercüman) İst.1985, s.112
REŞAT NURİ GÜNTEKİN (1889-1956):
İstanbul'da dünyaya gelen Reşat Nuri, ilkokulu Çanakkale'de okudu. Daha sonra Çanakkale İdadisi'ne yazılmışsa da ailesinin İzmir'e nakli üzerine o da İzmir'e gelerek Fréres adlı Fransız okuluna kaydoldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdi. Önce Bursa Lisesi'ne Fransızca öğretmeni olarak atandı. Sonra İstanbul'da Vefa lisesine edebiyat öğretmeni olarak atandı. İstanbul'un büyük liselerinde uzun süre öğretmenlik yaptı.
Öğretmenlik yaparken bir taraftan da eser verdi. İlk romanı 'Çalıkuşu'nu yazdı. Bu sırada mizah dergilerinde de yazdı. Mahmut Yesari ile birlikte 'Kelebek' adında bir mizah dergisi çıkardı.
Milletvekilliği yaptı. Bakanlık müfettişi oldu. Gazete çıkardı.
Başlıca eserler: Çalıkuşu (1922), Dudaktan Kalbe (1925), Yeşil Gece (1928), Yaprak Dökümü(1930), Değirmen (1944), Miskinler Tekkesi (1946), Anadolu Notları (1936)
Mizahlı anlatım Reşat Nuri Güntekin'in en güçlü özelliğidir. Bütün eserlerinde onun bu özelliği görülür.
Örnek:
İki sene evvel bir iş için Fransa'ya giden bir arkadaş anlattı:
Eşya olarak bir bavulum vardı. Bir de ahbaplardan birinin Marsilya'daki bir dostuna gönderdi bir acem halısı. Ben ne bileyim? Meğer Fransa'ya hali ithali şiddetle yasakmış.
Gümrük memurları yakama yapıştılar. Şaşırdım. Kendi malım olsa halıyı bırakacağım… Fakat ne yaparsın ki, emanet… Bilmem nereden kulağımda kalmıştı. Besbelli Müslüman tebaası çok olduğu için, Fransa ibadette kullanılan eşyadan gümrük resmi almazmış… Oldukça iyi konuştuğum Fransızca ile gümrük memuruna dedim ki:
- Ben belli başlı bir adamım. Gördüğünüz halının ismi "seccade" dir.Biz Müslümanlar "Namaz" ismindeki ibadetimizi onun üzerinde kılarız. Ben çok sofu bir insan olduğum için ibadete yarayan eşyamı da beraber taşırım.
Gümrük memuru civanmert insaflı bir adama benziyordu… Bir müddet burnunu kaşıyarak düşündü. "seccade" ve "namaz" kelimelerini bana tekrar ettirerek bir kâğıda yazdı. Sonra telefonu açarak konuşmağa başladı:
-Mösyö Artin Sergizyan… Siz misiniz? Siz İstanbullusunuz, Türkleri ve Türkçeyi bilirsiniz. "seccade" ve "namaz" ne demek olduğunu söyler misini? Mersi… Müslümanların ibadeti öyle mi? Ala, sizden bir hizmet rica edeceğim. Lütfen beş dakika için beni görmeğe gelir misiniz? Ancak sizin halledeceğiniz bir mesele var da…
Memur telefonu bıraktıktan sonra bana izahat verdi.
— Bu halı, hakikaten "seccade" denen ibadet eşyası mıdır? Bunu tahkik etmek için birkaç sene evvel İstanbul'dan Marsilya'ya gelmiş bir Ermeni dostu çağırdı. Beni mazur görürsünüz, vazife…
Biraz çarpıldım. Fakat renk vermedim.
—Tabii, vazife her şeyden üstündür… İstediğiniz şekilde tahkik yapabilirsiniz, dedim.
Üç beş dakika sonra Mösyö Artin Sergizyan gümrüğe geldi. Gayet tipik bir İstanbul Ermenisi. Ermeni vatandaşlarımız memleketimizde çok kere bizden bizar görünürler. Fakat ecnebi toprağında rast geldikleri vakit nedense bize karşı bir yakınlık hissederler.
Sergizyan Efendi bana bir dost ve hemşeri selamı verdi. Derhal anladım ki bu işte bana halisane tarafgirlik edecektir.
Gümrük memuru, halıyı yere yaydı. Aksi gibi gayet biçimsiz de bir şey… Eni herhalde bir metre yok… Boyu buna mukabil iki buçuk üç metre …
—Müslümanların "Namaz" ibadetini üstünde icra ettikleri seccade bu mudur?
Ermeni hiç tereddütsüz tasdik etti:
—Ta kendisi.
— İyi ama bu, ibadet için fazla uzun bir şey değil mi?
—Hayır… Değildir. Namaz ibadeti için ancak kâfidir.
Mamafih gümrük memuru hala tereddüt ediyor, düşünüyordu:
—Son bir rica, dedi. Efendi'den Namaz ibadetini bir kere burada gözümün önünde icra etmesini rica edeceğim. Ta ki bu hususta tam bir kanaat edinmiş olayım.
Artin Efendi ile birbirimize baktık O, Türkçe olarak
-Başka yol yok…Çaresiz bir Namaz kılacaksınız, dedi.
İşe daha ciddi bir renk vermek için potinleri çıkardım Pencereden güneşe bakarak kıbleyi tayin ettikten sonra ellerimi kulaklarıma kaldırdım."Allahu Ekber" deyip namaza durdum. Gümrük memurunun gözünü boyamak için bir şeyler okumak lazım geliyordu.Fakat aksi gibi namaz dualarından hiçbiri aklımda kalmamıştı.Muallim Naci merhumun çocukluğumda ezberlediğim:
"Bilsem şu kuzu neden gam almış? Her nalesi kalbe dağzindir!.." şiirini makamla okudum… Sonra rükua, nihayet secdeye vardım. Fakat başımı bir türlü yerden kaldıramıyordum.
Secdenin usulden fazla sürdüğünü gören Artin Efendi Türkçe olarak, "Yeter… Kalk!" dedi.
Ben bu defa Naci'nin kuzusunu okuduğum makam ile:
-Nasıl kalkayım!.. Herif:
"Seccadede daha iki arşınlık yer kaldı… Bu fazlalığın hikmeti nedir?" diye sorarsa ne cevap veyim?.. dedim.
Artin Efendi biraz düşündü, sonra yavaşça:
-"Bir takla at…" dedi.
Bu söz bana bir vahy-i İlahi gibi tesir etti, başım hala seccadede olduğu halde yavaş, yavaş arka ayaklarım üzerinde kalkındım ve yüksek sesle: "Âmin" diye bağırarak bir takla attım. Ayaklarım halının ucuna değmiş, hesap tamam olmuştu… Biraz sonra kolumda emanet halı ile gümrük kapısından çıkıyordum.(1)
----
(1): Aziz Nesin, Cumhuriyet Dönemi Türk Mizahı, Adam Yay.2001,s.217
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder