İnsanlar arası ilişkilerde anlaşmanın yolu, anlayışlı ve nazik olmaktan geçer. Anlayışlı ve nazik olmak, toplumda çok gerekli erdemlerden sayılır. Anlayışın varlığı, ilişkilere esneklik, incelik ve hoşgörü katar. Anlayışsızlık ve kabalık ise, ilişkileri zora sokar, var olan duyguları bozguna uğratır, aradaki hoşgörüyü bir çırpıda eritip yok ediverir.
İnsanlar arasında illa ki anlaşmazlıklar olur. Taraflar arasında, anlayış olmazsa, herkes kendi fikrine sarılırp kalırsa orada anlaşma sağlanamaz. Yanlış bakan yanlış görür. Yanlış noktadan bakan, karşısındakini doğru algılayamaz. Bakış açısını ve kabul alanını genişletmek anlayış düzeyini yükseltmek gerekir. İnsanlar, belli bir düşünce seviyesine gelmeden, belli bir ruh yüceliğine ve gönül temizliğine ulaşmadan anlayışlı ve nazik olamazlar. Anlayış yüksek erdemlerdendir.
Bir insanın sosyal değeri, anlayışının ve nezaketinin miktarına bağlıdır.
Hz. Mevlâna anlayışlı olmak hakkında insanlara bakın ne mesaj veriyor: "Eğer karşı taraf, topraksa, siz su gibi olmalısınız. Eğer karşı taraf su ise, siz toprak gibi olmalısınız. Ancak su ile toprağın belli ölçülerde uzlaştığı yerde hayat ve bereket hâsıl olur."
Anlayışlı ve nazik olmak, günlük ilişkilerde kusurları, kabalıkları aradan kovmak, güzellikleri, yücelikleri paylaşmak demektir. Dostluklarda ilişkilerin devamı için anlayış ve nezaket kültürü çok gerekli ve çok da önemlidir. Bir insanın sosyal değeri, anlayış ve nezaketinin miktarıyla ölçülür.
Eskiden Anadolu'da bir dergâhta, başvuranlarda öncelikle anlayış ve nezaket aranırmış. Eğer dergaha başvuran zat, anlayışlı ve nazik değilse kabul edilmez, daha kapıdan geri çevrilirmiş.
Bir gün bu dergâhın kapısına bir yabancı gelir ve kapıyı çalar. Bir süre sonra kapı açılır. Kapıyı açan "mürit" kapıda duran yabancıya ne istediğini sorar. Gelen yabancı: "Dergâha girmek ve burada yetişmek istediğini" söyler. Mürit, şeyhine danışmak üzere bir süre gözden kaybolur. Sonra mürit, elinde gümüş bir tepsi ve tepside ağzına kadar dolu 6 adet kristal bardak olduğu halde döner ve elindeki tepsiyi yabancıya uzatır. Bunun anlamı, "yeni bir mürit kabul edemeyecek kadar doluyuz" demektir. Yabancı, tepsiye şöyle bir bakar ve derhal dergâhın bahçesine koşar. Kopardığı altı adet gül yaprağını getirip su dolu bardakların üzerine bırakır. Yabancı, müride: "Tepsiyi bu şekilde şeyhine götürmesini" söyler. Mürit, tepsiyi bu haliyle şeyhine götürüp takdim eder. Şeyh tepsiyi görünce bundaki ince manayı kavrar. Bardaklar dolu olduğu halde gül yaprağı bardakları taşırmamıştır. Yabancıyı huzura çağırtır ve ondan, "Gül yapraklarının ne anlama geldiğini açıklamasını" ister. Yabancı: "Gümüş tepsi dergâhın saf ve sadeliğini, 6 bardak, burada altı tane müridin ders aldığını, bardakların ağzına kadar göz gibi dolu olması ise yedinci bir kişiye ihtiyaç bulunmadığını anlatmaktadır. Ben de gül yaprağını bardakların üzerilerine koymakla sizin sabrınızı taşırmayacağımı, anlayışlı ve nazik biri olacağımı anlatmak istedim." Bunun üzerine şeyh, bu akıllı yabancı dergâha kabul eder.
Anlayışlı ve nazik insan tıpkı bir gül yaprağı gibidir. Bardağı taşırmayan bir gül yaprağına her mecliste yer vardır. Fahri Yakar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder