24 Eylül 2011 Cumartesi

KENDİNİ AŞMAK

"Dünyanın bin bir türlü hali var;
Yılanın zehri, arının da balı var."
Fahri Yakar
Bilindiği gibi, hayvanlar âleminde sürekli bir saldırganlık hali vardır. Hayvanlar, biri diğerini yok ederek var olmaya çalışırlar. Zira onların hayatta kalabilmek için fazla seçenekleri yoktur. Hayvanlarda akıl olmadığından onlar, içgüdüleriyle hareket ederler. Bu yüzden kırıcı, yıkıcı ve saldırgan olduğunu bilmemek, sadece hayvanlara mahsus bir haktır. Ama insan olanların böyle bir hakkı yoktur. Zira insana içgüdüleri yanında bir akıl, bir mantık ve bunlara bağlı olarak gelişen bir de sağduyu yetisi verilmiştir.
İnsanın aklı, büyük ölçüde, sahip olduğu bilginin miktarına bağlıdır. Bilginin miktarı arttıkça, insanın ufku da artar. Bilgi, insana yeni ufuklar, yeni pencereler açar, yeni anlayış ve formasyon kazandırır. Bilgi, zihnin aşı, anlayış ve olgunluğun başıdır.
İnsan, kendi cehlini, içgüdülerini, kendi sığlığını ancak bilgi ile aşar. Ancak kendini aşan insanlar, insan olmanın bilincine ulaşırlar. İnsanlık bilincine erişen insanlar ise içgüdüleriyle başa çıkacak düzeye gelirler, içgüdüleriyle hareket etmekten kaçınırlar.
Kendini aşmamış insanları ise, genellikle menfaat duygusu, öne geçme, baş olma, daha çok kazanma, ele geçirme isteği yönetir. Toplumda sosyal fenalıklar, genellikle bu tür insanlardan kaynaklanır. Toplumda içgüdülerini kontrol altına alamayan insanlar var oldukça, sosyal hayatta fenalığın önünü almak mümkün olmayacaktır.
Aslında Yüce Yaratıcı, her insanın beynine ve vicdanına doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, hayrı şerden ayıran çizgiyi çizmiştir; ama ne var ki, bu çizgi, bilgisizlik, benlik ve çıkar duygusu, öne geçme, ele geçirme ve kazanma hırsı vb. içgüdüler yüzünden aynı yerde kalmayıp değiştirilmektedir.
Bu durumu Yüce Mevlâna şu sözüyle açıklar: "Bir şeye karşı aşırı hırs ve istek, insanı öteki şeylere karşı kör ve sağır kılmaktadır." Yani içgüdüler ağır basınca, sağduyu, akıl ve vicdan kaybolmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'de:
"İnsanın içi, insanı kötülüğe sevk eder" mealindeki ayet de işte insanlığın bu haline işaret etmektedir.
Sağlıklı bir aklın üç özelliği vardır: İyi düşünmek, güzel söylemek ve doğruyu yapmaktır. İnsanın iyiye, güzele ve doğruya yönelmesi ise, ancak insanın kendini aşmasıyla mümkündür.
Hz. Muhammed, bu bağlamda : "En büyük cihadın insanın kendi nefsine karşı yapacağı cihat olduğunu" söylemiştir.
İnsanlar; ancak aklın, mantığın ve vicdanının çizdiği yoldan giderek ve insanca davranmak suretiyle insan kalabilirler. Nefsini yenemeyen bir insan, hırs ve öfkesinin zebunu olur. Hırs ve öfkeye kapılan insan ise yaratılmışların en azgını haline gelebilir. O zaman da hayvanlar alemindeki gibi ne dava biter, ne de kavga…
Görüyorsunuz ki, Pat Mesiti'in dediği gibi: "İnsan olmak, insandan, insan olarak doğmaktan, daha fazla şeyler istiyor."
Gerekli olan o şey ne mi dir?
"Yüksek bir insanlık bilincidir."
Fahri Yakar
11.09.2011

OKULLAR AÇILIRKEN

"Aynı malzemeden kimi saraylar yapar, 
kimi gecekondu, kimi apartman, kimi villa yapar. 
Oysa malzeme aynıdır."        
G.H.Leves
İnsan, hayatını okullarda kazanır. Öğrenim görmek, hayat mücadelesinde her insana yardım eden çok gerekli bir süreçtir. Her çocuk, hayatını kazanmak, varlığını yükseltmek, başarıya ulaşmak, toplumda sosyal bir statü, mesleki bir formasyon kazanmak için okula gitmek, öğrenim yapmak zorundadır.  Hayatın en önemli gerçeği budur.
Her yıl milyonlarca genç, bu maksatla okula giderek eğitim öğretim sürecine katılmaktadır. Yaşamın ilk yıllarında üzerinde güvenle yürünecek en doğru ve en emin yol, okul yoludur. Okullar, gençliğin hayata ve topluma hazırlanması için gerekli donanımların kazandırıldığı örgün eğitim kurumlarıdır. 
Her çocuk, hayatta ihtiyacı olan bilgi, beceri ve yetenekleri edinmek için yani geleceklerini kazanmak için okula gitmek zorundadır. 
Eğitim ve öğretim görmek, çocuklarımızın geleceğini kazanmalarına, hem kendine ve hem de topluma yararlı bir birey haline gelmeleri ne yardımcı olan örgün bir faaliyettir. Bir çocuğun geleceği, genellikle o çocuğun göreceği eğitimin niteliğine bağlıdır. Çocukların tohum halindeki yeteneklerinin işlenmesi, gelişmesi buna bağlıdır.
Okula başlayan bir çocuk henüz, işlenmeye müsait bir hamurdur. Hamurun içine şekerli şeyler katılırsa, tatlı olur; ama peynir ve çökelek gibi tuzlu şeyler katılırsa börek olur, çörek olur. İşte çocuklar da aynı hamur gibidir. Ne olacağı göreceği eğitimin seviyesine ve niteliğine bağlıdır.
Bu bakımdan okul, çocuklara can ve hayat veren önemli bir olgudur. 
Eğitim öğretimin ilk basamağı ise ilköğretimdir. İyi bir ilköğretim, iyi bir öğretim hayatının temelini oluşturur.
İyi bir ilköğretim, verimli bir toprak gibidir; çocuğun içinde bulunan tohum halindeki yetenekleri çınara dönüştürür.  
Sevgili gençler, gençlik çağı, insanın kendini yetiştirme ve geleceğe hazırlanma çağıdır. Bu çağ ömür boyu devam etmez, bilakis çok çabuk geçer. Bu çağın size bir şeyler kazandırmadan geçip gitmesine asla izin vermeyiniz. Geleceğiniz büyük ölçüde öğrenim hayatında göstereceğiniz gayret ve çabanın derecesine bağlıdır. Her öğrenci, bu gerçeği görmek, bilmek ve geleceğini düşünüp ona göre çalışmak zorundadır.
Gençlik çağı, öğrenme kabiliyetinin en üst düzeyde olduğu bir çağdır. Gençlik çağı, her insanın altın çağıdır. Bu çağda sorumluluklarını bilip çalışanlar istedikleri hedefe  ulaşırlar; ama bugünlerini boşa geçirenler, heves ve arzularının peşinden koşanlar, yani zamanlarıboşa israf edenler, geleceklerini tehlikeye atmış olurlar.  
İlerde varlığınızı altına çevirmek için bu çağı iyi değerlendirmelisiniz. Ömrünün ilkbaharında çalışmayanlar, öğrenimini ihmal edenler, daha sonraki mevsimlerin fazla işe yarayacağını sanmasınlar. Unutmayınız ki, geleceğinizi kazanmak, sizden başka kimsenin asıl görev değildir. Asıl sizin asıl görevinizdir. 
 
Fahri YAKAR 
22.09. 2011

İLETİŞİM DİLİ

Toplumda günlük hayatta insanlar genellikle empatiye yer vermiyorlar. 'Ben dili' yerine sürekli 'sen dili' kullanılıyor. Ben dili, tepki çekmez, karşı tarafta olumlu etkiler uyandırır. Kişi 'ben dilinde' kendisiyle ilgili olguları anlatır ve karşı tarafın söz ve davranışlarının kendi varlığında uyandırdığı etkiyi açıklar. Oysa 'sen dili' doğrudan karşıdakinin kişiliğini hedef alır. O da tepkiye neden olur, çözüm getirmez, uzlaşmazlık doğurur. "Sen var ya sen…' diye başlayan tüm söylemler 'Sen dili'ne aittir. Bu tarz söylemler de ister istemez, karşı tarafta çoğu zaman öfke ve nefret uyandırır.
Konuşurken, iletişim kazaları yaşanmasının başlıca nedeni hiç kuşkusuz iletişimde seçilen 'sen dili'dir. İletişimde, 'ben dili'ni tercih etmek uzlaşmak için daha makul bir yoldur. Buna bir de sevgi, anlayış, hoşgörü ve mizah eklenebilirse sosyal ilişkiler daha sürekli olur ve yara almadan devam eder. Diğer bir deyişle ilişkilerde iletişim kazaları yaşanmaz.
Sosyal ilişkinin amacı, birbirleriyle kavga eden, birbiriyle çatışan, zıtlaşan insanlar olarak değil de birbiriyle anlaşabilen, uzlaşabilen ve paylaşabilen insanlar olarak yaşamaktır. Unutmayın, toprağın suyla, suyun toprakla uzlaştığı yerde hayat ve bereket vardır.
Ey dostlar, hayatı çevreniz için gül bahçesine çevirmek istiyorsanız, önce dilinize özen gösteriniz! Hayat, Allah'ın insanlara sunduğu çok yüce bir nimettir. Bu nimeti birbirimize zehir etmeden yaşamanın ve yaşatmanın yolu ise önce sağlıklı ve mantıklı bir iletişimden geçer.
Fahri Yakar
21.09.2011

İNSANI SEVDİREN HUYUDUR

Dış güzellik, tıpkı aydınlığa benzer,  parıltısı çok uzaklardan fark edilir, ilgi çeker; ama dış güzelliğin sürekliliği yoktur. Yüzü güzel olana birkaç günde doyulur; ama huyu güzel olana  40 yılda doyulmaz. Bu yüzdennsanı sevdiren huyudur" denilmiştir. Kötü huylar, fena alışkanlıklar, kusurlu tavırlar dış güzelliği çabucak örter. Bu konuda, bu toprağın insanları kubbe gibi sözler e Ktmişler:
"Seviştiler, evlendiler ama muvakkaten,
 Sevda sükûtu başladı üç hafta geçmeden" demişler. 
Kötü huylu biri, insana hayatı çekilmez kılar, geniş dünyayı insanın başına dar eder. Huysuz bir insana katlanmak, kışın çetin şartlarına katlanmaktan daha zordur. 
O yüzden büyükler derler ki: İyi huy, cennetten, kötü huy cehennemden çıkmadır."  Huysuz birine katlanmak, kışın zor ve çetin şartlarına katlanmaktan daha zordur.
Konuyla ilgili olarak meslek hayatımdan ilginç bir anekdot sunmak isterim: Bir defasında özel bir okulu ziyarete gitmiştim. Biz içerde iken kapı açıldı, içeriye bir bayan girdi. Aman Yarabbi! İnsan bu kadar mı çirkin olur. Hatta buna sadece çirkin demek yetmezdi, ucube gibiydi,  korkunç bir şeydi. Bayan, omuzlarının üzerinde,  birbiriyle mütenasip olmayan yüz hatlarından oluşmuş hilkat garibesi kocaman bir kafa taşıyordu. Bayanın yüzüne bakanın yüzü birden allak bullak oluyordu. Hemen gözlerimi başka tarafa çevirmek zorunda kaldım. Bayan, Müdür Bey'le görüşmesini bitirip odadan çıkınca ben merakımı yenemedim sordum:
-"Müdür bey, bu çıkan neyin nesidir?"
Müdür Bey:
-"Okulumuzda öğretmendir" dedi.
Şaşkınlığım daha da artmıştı. Devamla:
-Nasıl olur? Öğrenciler bundan korkmuyorlar mı? Gece rüyalarına girmez mi? Kitaplarda geçen Gulyabani bir gibi bir şey. Belki fazlası var eksiği yok. Müdür Bey, onun çok iyi bir insan ve sevilen bir öğretmen olduğunu belirterek şöyle dedi:
-"Bu öğretmenin kafasında kemik büyümesi var. Onun için yüz hatları böyle anormal gelişmiş. Sonradan ortaya çıkan bir çeşit hastalık onu bu hale sokmuş. Bu görüntüsünden dolayı öğretim yılının başında ben de zorlanıyorum. Baştan kimse o öğretmeninnıfına gitmek istemiyor. Onun sınıfına verilen öğrenciler de ilk önce istemeye, istemeye zoraki geliyorlar. Biz onlara, 'Bir hafta sonra sınıflarını değiştireceğimizi' söylüyoruz. Öyle ikna ediyoruz. Ama bir hafta geçtikten sonra da öğrenciler ona alışıyorlar ve  bir daha ayrılmak istemiyorlar. Öğrenciler kadar veliler de memnun kalıyorlar. Kalp gönül kırmaz, kimseyi incitmez, çevresine son derece nazik ve saygılı davranır. İnanmayacaksınız ama okulumuzun en gözde, en itibarlı öğretmeni odur diyebilirim."
Bunun üzerine dudaklarımdan şu sözler döküldü:
Demek ki dış görüntü ne kadar bozuk ve kusurlu olursa olsun, huy güzelliği insanın dış kusurlarını sa zamanda kapatabiliyor. 
İnsanı asıl güzelleştiren huydur. İnsan oya ile boya ile güzelleşmez. Asıl güzellik, ruhtan bedene yayılan güzelliktir. İç güzelliği olmayana dış güzelliğin fazla bir değeri yoktur. İçi virane olan birinin dışının mamur olması işe yaramaz.
 Güzel yüzlü olmak birinci kez şanslı olmaktır; ama güzel huylu olmak iki kez şanslı olmaktır.  
Dış güzellik kâfi değildir. İnsanın içinin de güzel olması gerekir. Dış güzelliğimizi, huyumuzu güzelleştir önemlidir.  Bu bakımdan anlayış, nezaket, ahlak ve fazilet gibi bir takım içsel donanımlar edinerek var olan dış güzelliğimizi daha da çoğaltmak elimizdedir. 
Ah şu insanlar, dışarıya güzel görünmek için gösterdikleri çabanın onda birini, huylarını güzelleştirmek için de gösterebilselerdi, o zaman ilişkiler, ne kadar düzenli, sağlıklı ve ahenkli olurdu değil mi? 
Fahri Yakar
21.09.2011

BİR SİZ ANLAYAMADINIZ

Bir toplumun önüne düşüp yol gösteren, toplumun kaderini etkileyen, mukadderatına yön veren kurtarıcılara lider denir. Liderlerde, üstün bir irade gücü, etkileme kabiliyeti, inandığı dava uğrunda hiçbir engele boyun eğmeyen azim ve kararlılık vardır. Liderler, halk üzerinde büyüye benzeyen bir etki, bir güven ve hayranlık uyandırırlar. Zaten böyle oldukları içindir ki toplumları peşlerine takıp sürükleyivermişlerdir.

Samuel Smiles büyük liderleri şöyle anlatıyor: " Büyük bir adamın hayatı, insan enerjisinin dayanıklı bir anıtı olarak kalmaktadır. O insan ölür ve yok olur; ama onun düşünceleri ve davranışları, yaşayan nesiller üzerinden silinmez bir damga olarak kalır. Böylece onun manevi varlığı devamlı olarak hafızalarda yer eder. Düşünce ve iradeye vücut vererek gelecek nesillerin karakterinin oluşumuna yardımcı olur. Büyük insanlar, bir tepenin üzerine konmuş ışıklara benzerler; onların manevi varlıklarının ışığı gelecek kuşakları aydınlatmaya devam eder. Büyük liderler, millet hayatında devir açan kimselerdir. Büyük adamlar, yaşadıkları döneme ve mensup olduğu millete fikirlerinin damgasını vururlar."

Her ulusun peşinden gittiği bir önderi, bir lideri mutlaka vardır. Mesela: ABD'nin kurucusu J. Washington, Amerika'nın en büyük lideridir.

1798'de Fransızların Birleşik Amerika Devletine savaş açma ihtimali vardı. O zaman ABD'nin Başkanı Adams'dı. Başkan Adams, Eski Cumhurbaşkanı Washington'a bir mektup yazar. Mektupta şöyle der: "Eğer izin verirseniz sizin isminizden yararlanmak istiyoruz. Sizin isminiz bir ordudan daha etkilidir."

Washington, bu mektup üzerine, Başkomutanlığı üzerine almayı kabul eder. Bu olay ordu üzerinde müthiş bir moral etkisi yaratır. Gözlemciler, bu olay üzerine 'ordunun gücünün bir anda iki katına çıktığını' rivayet ederler.

Yine Napolyon Fransızların önde gelen liderlerindendir. Napolyon'un tek başına bir orduya bedel olduğu söylenir.

Nitekim tarih kitapları, Napolyon'un üzerine sürülen bir orduyu, yanındaki birkaç askerle teslim alıp Paris'e öyle girdiğini yazar.

Addison, Sezar için şöyle diyor: " Alpler ve Preneler, Sezar'ın önünde diz çökerdi."

Platon'un liderler hakkında bir sözü vardır: "Allah, yaratırken önder olacakların mayasına altın katar."

Bu söz, durup dururken beyhude yere söylenmemiştir. Bu sözün bir hikmeti olduğu kesin!

Bizim tarih sahnemizden de çok büyük liderler gelip geçmiştir. Bunlar arasında sadece ülkenin kaderini değil dünyanın gidişatını değiştiren, çağ açıp ve çağ kapayan liderler vardır. Atilla, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni bunların başında gelir. Cumhuriyet Tarihi'nde en büyük liderimiz ise Atatürk'tür.

Atatürk'ün ışığını ilk kez, İngiliz Başbakanlarından W. Chuçhill keşfetmiştir. Koca İngiliz İmparatorluğu Çanakkale'de diz çökerken orada hata yapmayan tek adam olarak Mustafa Kemal'i görmüş ve şöyle demişti: "İnsanlık tarihi yüz yılda bir dahi yetiştirir. Şu talihsizliğe bakın ki, o da bugün Türklere nasip olmuştur."

Belçikalı bir yazar da Atatürk için şöyle demiştir:

"Atatürk'ü Allah'a borçlusunuz. Bugün sahip olduğunuz ne varsa onları da Atatürk'e borçlusunuz."

Türkiye, bağımsız, çağdaş, modern bir dünya devleti haline gelmişse, bu Atatürk'ün yılmaz çabaları sayesinde olmuştur. Türkiye, bugün de içeriden ve dışarıdan yapılan bunca saldırılara ve ihanetlere rağmen hala ayakta ve dimdik duruyorsa, yine Atatürk'ün ülkeye kazandırdığı değerlerin sağlam ve dayanıklı olmasındandır.

Yirminci yüzyılda yeryüzüne onun kadar güçlü bir lider henüz ayak basmamıştır. Bütün dünya basını, Atatürk için "20. yüzyılın gerçeğini yaratan lider" tabirini kullanmaktadır.

Amerika'da tanınmış profesörler arasında, 'Dünyanın en büyük dâhisi kimdir?' diye bir anket düzenleniyor. Ankette en çok oyu Edison'la, Mustafa Kemal'in aldığı görülüyor.

Amerika'da geçen yıl, Atatürk'le ilgili bir sempozyum düzenleniyor. Bu sempozyumda eski büyükelçi Vamık Volkan konuşmacı olarak kürsüye çıkıyor ve Atatürk'ün sarışın kadınlardan hoşlandığını, günde iki paket sigara tükettiğini ve akşamcı olduğunu, akşamları köşkte içki sofraları kurulduğunu anlatıyor.

O sempozyuma katılan Atatürk'ün manevi kızı Ülkü Adatepe söz alıyor: "Vamık Volkan'ı dinleyince 'Mustafa' filmini seyretmiş gibi oldum" diyor. Daha sonra Mc. Carty, bir tarihçi gözüyle Atatürk'ün Türkiye için yaptıklarını anlatıyor ve şöyle diyor: "Atatürk olmasaydı bugünkü modern Türkiye Cumhuriyeti olmazdı. Atatürk Osmanlı devletinin külleri arasından Çağdaş bir Türkiye yaratmıştır."

Bütün dünya Atatürk'ü anlıyor da bir bizim bazı liberal aydınlarımız anlayamıyor.

Bugün Türkiye'de, bugünkü konumlarını bile Atatürk'ün kurduğu rejime borçlu olan bazı liberal aydın ve yazarlar bakın ne diyorlar:

"…Demokraside ikinci sınıflığın tohumları kuruluş döneminde atılmıştır." "…Yanlış kurulmuş Cumhuriyet yeniden biçimleniyor."

Bu zihniyete sahip olanlar, el ele vermişler, Atatürk'ün ülkeye kazandırdığı değerleri gözden düşürmeye, Atatürk'ü insani boyuta taşımak adına, Mustafa'yı, Kemal'den ve Atatürk'ten soyutlayarak sıradanlaştırmaya, yüce milletimizin bunca yıl baş tacı ettiği Atatürk'ün imajını silmeye, milli değerleri yok etmeye çalışıyorlar. Bunu yabancılar yapsa gam yemem, ama bunları aydınlar(!) yapınca, insan pes ediyor, bu durumda söyleyecek söz bulamıyor.

Ortak aklın sesi daha gür çıkmazsa, meydan tabii ki şarlatanlara kalır.

Fahri YAKAR

20.09.2011

SAYIN ANNELER VE BABALAR

Bilindiği gibi çocuk okuldan ziyade aile fertleriyle beraber yaşamaktadır. Çocuk, günün çok büyük bir bölümünü ailede anne ve babasıyla geçirmektedir. Çocukluk çağında, taklit ve benzeme kabiliyeti en yüksek düzeydedir. Çocuklar, bu çağda gördüklerini ve duyduklarını fotoğraf makinesi gibi kaydederler. Ailede model olarak da önlerinde anne ve baba vardır. Anne babanın oturması, kalkması, konuşma tarzı, düşünce ve davranış biçimleri olduğu gibi çocuğa yansır ve onun varlığında yaşamaya devam eder.

Çocukların bütün iyi veya kötü huylarının tohumları ailede ekilir. Ailede ekilen tohumlar, çocukta bir müddet karlar altında kalan tohumlar gibi bekler; ama mevsimi geldiğinde yeşerip büyümeye ve davranış haline dönüşerek ortaya çıkmaya başlar.

Bu bakımdan denilebilir ki, çocuğun iyi davranışının da kötü davranışının da kökleri aile eğitimiyle yakından ilgilidir.


Çocukların kişilik hamuru, karakter yapısı ailede mayalanır, okullarda şekillenir. Okullar rötuş yapar.


Eğer bir anne veya baba;

1.Çocuğa her istediğini verirse, bir dediğini iki etmezse, çocuğu doyumsuzluğa itmiş olur.


2.Ya da çocuğun dağıttığı, döküp saçtığı eşyaları çocuğun yerine kendisi toplarsa, çocuğu sorumsuz ve dağınık olmaya itmiş olur.


3.Çocuğun söylediği ve yaptığı her kötü söze veya kötü harekete gülünürse, çocuğun kötü eğilimleri pekiştirilmiş olur.


4. Çocuğun önünde anne baba sık, sık kavga ederlerse, çocuk hırçınlığa ve geçimsizliğe sevk edilmiş olur.


5.Çocuğun yanında, başka insanların arkasından atıp tutarsa, çocuğa insanlara karşı saygısız ve önyargılı davranmanın yolunu açmış olurlar.


Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Çocukların daha iyi yetişmesi bakımından anne babaların bu konularda daha bilinçli olmaları gerekir.


Eğitimde en başta dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da şudur:

Anne ve baba, çekici aynı yere vurmalıdır. Yani biri çocuğu ikaz ederken diğeri onu korumaya kalkışmamalıdır.

Fahri Yakar

17 Eylül 2011 Cumartesi

TIYNET FARKI

"Tıyneti farklı olanlarda imtizaç olmaz,
Bülbül kargaya, karga bülbüle ihtiyaç duymaz."

Sosyal yaşamda, varlığı genelde herkesçe kabul edilen bir takım kurallar vardır. Bu kurallar doğrultusunda belli şeyler yaptığınız zaman belli sonuçlar alacağınızı sanırsınız. Mesela karşınızdakine iyi muamele gösterince, iyi muamele göreceğinizi, sevgi gösterince sevileceğinizi sanırsınız değil mi? Böyle olduğunu zannedenler çoğu zaman yanılır. Zira iyi niyetli olmak, sevgi göstermek veya iyilik yapmak her insanda aynı sonucu vermez. İnsanlar farklı hamurlardan, farklı malzemeden yaratılmışlar, farklı iklim ve ortamlarda yetişmişlerdir. Bu nedenle herkesin 'hamur-u mayası' yani kişilik yapısı, karakter dokusu ve anlayış düzeyleri farklı farklıdır.
İnsanlar cins cinstir, kimi nezih, kimi de nakıstır. Kimi ilgiyi sevgiye, sevgiyi dostluğa dönüştürür. Kimi de sevgiye kine ve nefrete, düşmanlığa dönüştürür. İnsanlardaki bu tıynet farkını dışarıdan anlamak zordur. Zira kötü insanların dışarıya yansıyan belirgin bir işareti yoktur. Kötüler de, kuzu postuna bürünürler, başlangıçta iyi görünürler. Siz onu dışından tanırsınız, hatta tavırlarına bakarak iyi insan sanırsınız. Yakınlık duyarsınız, ilgi gösterirsiniz. Hatta iyilik yaparsınız. İşte en büyük zararı size bu esnada, yani zarar verecek kadar yakınınıza sokulduğu esnada verir. Siz  işte ancak o zaman öğrenirsiniz dışarıdan baktığınızda gayet mamur görüp arkadaşlık kurduğunuz kişinin iç yüzünün ne kadar virane olduğunu. Lakin bazen vakit çok geç olur. Tanıdığınıza, tanışacağınıza bin pişman olursunuz.
Bu bakımdan insanlarla ilişkilerde eş dost seçerken acele karar vermek doğru değildir. Yanlış bir seçim, sizi sonradan derin bir hayal kırıklığına uğratabilir.
Bir tarihte Alman şairi Goethe, toplantıda dinleyicilere sormuş: "İnsanların iyisini kötüsünü nasıl anlarsınız?" Kimseden cevap alamadığını görünce kendi sorusunu kendi cevaplandırmak zorunda kalmıştır: "Anlayamazsınız. Bu iş, tamamen şansa kalmıştır" demiştir.
Çok iyi hatırlıyorum. Anam rahmetli, tavuğu kuluçkaya yatırırken, tavuğun yuvasına, yani mahalli söyleyişle tavuk folluğuna, tavuk yumurtalarının yanında kaz ve ördek yumurtası da koyardı. Yirmi bir günlük kuluçka süresi dolunca, yumurtaların kiminden kaz, kiminden ördek civcivi çıktığını gören tavuk "Ben ne için yattım, ne çıktı?" der gibi şaşkın, şaşkın bakınırdı. Tabii kabuklarını kırıp yumurtalardan çıkan kaz ve ördek yavruları anasının peşinde gitmez, su ve dere kenarı arardı. Ama kendi civcivleri kendi peşinden giderdi. Hiçbir zaman kaz veya ördek yavruları tavuk civcivleriyle beraber yürümezdi.
Tabii bu farkı yaratan öncelikle doğa farkıdır. Her varlık, önce doğasının yani tıynetinin hükmünü yapar.
Teşbihte hata olmaz, hatasız da teşbih olmaz. İnsanlar arasında da tıynet( tabiat, huy) farklılıkları vardır. Bu bakımdan insanları, tıyneti, iyiliğe ve güzelliğe meyilli olanlar, tıyneti kötülüğe meyilli olanlar olmak üzere iki kategoriye ayırabiliriz.
Tıyneti iyi insanlarla beraber olmak iyiliğe, tıyneti kötü olanlarla beraber olmak kötülüğe sebep olur.  


Fahri Yakar

DÜRÜST OLMAK


"Hiç kimse, zengin olmak zorunda değildir; ama herkes dürüst olmak zorundadır."

Sir B. Radyard

Dürüst olmak, onurlu bir yaşam biçimidir. Dürüst olan insanın, her yerde başı dik, alnı açık olur. Kaygıdan ve endişeden uzak yaşar. Dürüstlük, insanı toplumda onurlu, şerefli ve itibarlı kılar. 

İnsan, para kazanacağım, varlıklı olacağım diyerek gayri meşru yollara sapmamalı, yalana, dolana ve sahtekârlığa başvurarak, başkalarını aldatarak var olan onurunu yok etmemelidir. Bir insan için dünyada hiçbir şey onurdan, şereften daha değerli değildir. Onurunu, satarak, şerefini yok ederek edinilen malın hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Para etik yollardan ve meşru bir şekilde kazanılırsa insana haz verir.  

Ne yazık ki günümüzde her insana güven olmuyor. Her insan göründüğü gibi olmuyor ve olduğu gibi görünmüyor. Dışardan mamur görünüyor; ama içsel mekanizmaları noksan oluyor. Dürüstlük, sadakat, bağlılık, sözünde durmak, ahdine vefa göstermek, kadir kıymet bilmek gibi insani donanımlar ve ahlaki düzenekler her insanda bulunmuyor. İnsanı insan yapan bu değerler insanın içsel firen tertibatlarıdır. Bu değerlerden ve yücelilerden yoksun olmak, eksikli olmaktır, başka bir deyişle nakıs olmaktır.        

Sosyal yaşamda insanlar birbirlerine, el attığı insanın elindekini ele geçirmek için değil, genel olarak el ele vermek ve dostane ilişkiler kurmak, güzellikleri paylaşmak amacıyla yaklaşırlar. Doğru olanı budur. Ama çevreye bir bakınca insan, neler görüyor neler? Adam, kendine ev yapmak için en yakın ahbabının evini başına yıkmaya çalışıyor. Böyle olmak, hiç ahlaki ve İslami esaslarla ve insani yüceliklerle bağdaşır mı? Ne yazık ki günümüzde bu tür insanların sayısı hızla çoğalıyor. Fenalıklar başını almış gidiyor. İnsanlar, kurtlar kuşlar gibi birbirlerini yemeye çalışıyor. Ticaret ahlakı kalmamış. Birine güvenen yanıyor.  

Ben şahsen eskiden, 'Bir insan için en değerli varlık öteki insandır' diye düşünürdüm. Sonradan bu sözün pek de doğru olmadığını gördüm. Aslında şöyle demek daha doğru olur: 'Bir insan için en değerli varlık, öteki dürüst insandır.' Dürüst insanlarla karşılaşmak bir şanstır, bir mazhariyettir. Ama kötü insanlarla karşılaşmak ise en azından ümitlerinizi yıkan, iyilik yapma duygularınızı çalan, iyi niyetinizi yele veren bir mahrumiyet, bir şansızlıktır. 

İnsanın dürüstü, sizi sever ve maddeyi kullanır; ama kötüsü, maddeyi sever, sizi kullanır.

Bu bakımdan, bilhassa insan ilişkilerinde ve de eş dost seçerken, iyimser olmak, ya da iyi niyetle hareket etmek yerine daha temkinli, daha dikkatli olmak bir zorunluluktur. Böyle olmak, sizin en büyük hayat sigortanız olacak ve sizi sosyal fenalıklara karşı bir zırh gibi koruyacaktır.

Unutmayın Çinliler'in dediği gibi: "Küçük bir yanlışın bile bazen ömür boyu sancısı bitmez." 

      Fahri Yakar
      16.09. 2011

DİYALOG VE İLETİŞİM

Birbirleriyle diyalog kurmakta güçlük çeken bir toplum olduk. En küçük bir neden bile kavgaya neden oluyor. İnsanlar, karşılaştıkları sorunları konuşarak çözemiyorlar. Karşı tarafa da kulak verip işin gerçeğini anlamaya çalışmak yerine, öfkeye kapılıp çatışma çıkarıyorlar. İncir çekirdeğini doldurmayan küçük bir mesele, çatışmaya ve yıllarca süren dargınlıklara yetiyor. 
Zamanımızda insanoğlu bir  yolunu bulup uzaya çıkıyor; dünyanın bir ucundan bir ucuna sesini duyuruyor da, bizim  insanımız,  bir kafadan öteki kafaya ulaşmanın çaresini bulamıyor ve bağlantı kuramıyor. Ne hazin değil mi?
Olgunluk, olaylara ve insanlara olumlu açıdan bakmaktır. Medeni olmak, anlayışlı olmaktır. Anlayışlı olmak, bir sorunla karşılaşınca, öfkeye kapılmak yerine sorunu anlayışla ve diyalog yoluyla çözmeye çalışmaktır. İnsanın sosyal değeri, kalitesi, derinliği, yerden yüksekliği anlayışının miktarına bağlıdır.    
Mecelle'nin hükümleri arasında geçen: "Her ihtilaf, icma ile bertaraf olur" şeklinde güzel bir deyim vardı. Eski büyükler yeri geldikçe bu sözü kullanırlardı.  
Bir sorunla karşılaşınca ilk tepkiden yola çıkmak yerine, öfkeye engel olup ortak aklı devreye koymak, diyalog yoluyla doğruyu bulmak gerekir. Ortak akıl birleştirici ve çözümleyicidir; ama öfke kırıcı ve karıştırıcıdır. 
Günlük ilişkilerde herkes diline sahip olmalı, en son söyleyeceği şeyi ilk ağızda söylemekten kaçınmalıdır. Öfkeye kapılıp kırıcı ve yıkıcı bir dil kullanmak, diyalogu tehlikeye sokar.   Sorunlar diyalogla, yani karşılıklı konuşarak, 'Bu durumda hatanın ne kadarı benden kaynaklanıyor?' diye sorarak, anlayışla ve daha makul bir üslup kullanarak çözümlenmelidir. Aksi halde öfkeli söz ve tavırlar, gerilimi tırmandırır. Gerginliğin bir adım sonrası ise, nerde başlayıp nerde biteceği belli olmayan kavgalar ve kırgınlıklardır. 
Kavga hiçbir sorunu çözmez, aksine yeni sorunlar, yeni anlaşmazlıklara neden olur. Kavga, zıtlaşma, çatışma, küsme ve darılma, yaşamın ahengini, düzenini bozar, insanda stres yapar. Stres ise vücudun dengesini bozar.  Bakın dünyaca ünlü kalp doktoru De Bakey ne demiş: "İşinizi, diyalogla hallederseniz, kalp hastalığına daha az yakalanırsınız."
İstenmeyen durumlar kavgayla değil, diyalogla çözümlenmelidir. Yaşamın güzelliği uzlaşmadan geçer. Uzlaşmanın yolu da diyalogdan geçer. Diyalog yoksa uzlaşma sağlanamaz. Uzlaşma yoksa sosyal hayatta barış ve huzur kalmaz, dirlik ve düzen kaybolur.
Hayat fani, ömür kısadır. Mutlu olan uzun yaşar.  

Fahri Yakar